20 Mayıs 2014, Salı
Geçenlerde epeyce bir zaman sonrasında yeniden televizyona baktım.
Bu bakışın bana birtakım farkındalıklar sağladığı doğru; fakat farkına vardıklarımın beni memnun ettiğini söylemem pek mümkün değil. Zaten televizyonun evlerimizde asla olmaması gerektiğini savunanlardanım. Şu birkaç günlük müşahedemde anladım ki; televizyonu eve sokmamak gerçekten çok büyük bir başarı ve aileyi muhafaza etmek adına çok mühim bir adım. Ne var ki; yalnız kendini kurtarıp, “ben zararlarından muhafaza olunuyorum” deyip gözümü yummamam için olacak ki; Cenab-ı Hak beni tekrar bu imtihana maruz bıraktı. Bütün bir milleti ve geleceğini etkileyen böyle bir yanlışlığı düzeltmek adına bir şeyler yapabilme fırsatını bana bahşetti. Öyle ya, “Kimin himmeti milleti ise, o tek başıyla bir millettir” kaidesine masadak olmak için bize düşen; önce sorunların farkına varmak, daha sonra da gücümüz nispetinde çözüm arayışlarını düşünmek olmalı.
Bediüzzaman Hazretlerinin ve Nur Talebelerinin de içtimaî hayattaki sıkıntılar karşısında duruşları hep bu minval üzere olmuştur. Bir yandan ilimle ve lütufla kalpleri ıslaha çalışırken diğer yandan gerekli mercilere müracaatta bulunarak sorunların üzerine gitmişlerdir. Öyleyse bizim vazifemiz de “nefis cümleden edna, vazife cümleden ala” sırrıyla hareket edip, toplumun bozuk gördüğümüz yerlerini onarmak gayreti içinde olmaktır.
Birkaç günlük televizyon müşahedesi sırasında toplumsal bir sorun olarak karşılaştığım ilk şey, tahmin edeceğiniz gibi müstehcenlik meselesiydi. Hangi kanalda hangi diziyi açsam, cinsel içerikli mesajların yoğun bir şekilde verildiğiyle yüzleştim. Müstehcen yayın elbette çok uzun yıllardan beri toplumumuzun ciddi bir sorunuydu; ancak benim gözlemlediğim kadarıyla bu dizilerin, şuanki ortaokul-lise grubunun büyük bir fanatiklikle takip ettiği ve yine kendilerinin temsil edildiği(!) okul dizileri olmasıydı. Her ne kadar başka konu ve olaylarla dikkatler başka yönlere çekilmeye çalışılsa da asıl hedefin kadın-erkek ilişkilerini; hem de insan fıtratının gereği olan duygusal boyutundan tamamen hayvani bir seviyeye indirerek insanlara empoze etmek olduğu çok açık. Bizim zamanımızda kitaplardan korkulurdu. Çünkü dizilerde gösterilen dünya bize çok daha uzak gibiydi. Ancak üzülerek söylüyorum ki şimdiki diziler gençlere bire-bir rol model olacak bir seviyeye gelmiş. Hatta öyle ki gerçek hayat mı dizilere konu oluyor, yoksa diziler mi gerçek hayatı etkileyip değiştiriyor ayırt edilemez bir hale geldi. Yakın çevremde hatta sokakta yürürken dahi karşılaştığım manzaralar ve gençlerin kendi aralarındaki şahit olduğum konuşmalarını televizyonda da görünce; artık gerçek hayatın dizilerde yaşananlardan çok da farklı olmadığını acı bir şekilde idrak etmiş bulundum. Demek millet olarak zannettiğimizden –en azından benim zannettiğimden- çok daha dehşetli bir noktaya gelmişiz.
Devletin kanalına gelince, dizilerde müstehcen görüntüler olmaması takdire şayan olmakla beraber dikkat edince burada da başka bir tehlikenin varlığıyla karşı karşıya kaldım. Özellikle dinde müttaki dediğimiz ve yukarıda bahsi geçen dizileri izlememe hassasiyetine sahip aileler ve gençler için bir alternatif olarak görünen bu diziler, bir yandan içinde açık-seçik olmasa da kız erkek ilişkilerini barındırıyor. Öte yandan dinden, gelenekten, tarihten izler taşıyarak adeta bunların barışıklığını sağlıyor. Evlilik müessesesine yapılan vurgu olumlu olmakla birlikte, karakterlerin romantik ilişkilerine müşahit olmanın gençlerin üzerinde oluşturduğu tahribat; bu olumlu mesajı çok gölgede bırakıyor. Daha açık ifade etmek gerekirse, bu ilişkilere her gün şahit olan ve birtakım duyguları harekete geçmiş olan 14-15 yaşlarındaki bir çocuk; “Âşık olmak çok güzel bir şeymiş, ancak bu duyguyu doğru bir şekilde ancak evlenince yaşayabilirmişim, öyleyse evlenene kadar beklemeliyim” diyemiyor maalesef. Hele ki arkadaş grubu tarafından duygusal bir ilişki yaşamadığı için ezilen ve tahkir edilen bir pozisyonu da olursa; dinî ve manevî temelleri ne kadar sağlam atılırsa atılsın bocalamadan edemiyor.
Hepimiz iyi biliyoruz ki akıldan ziyade kör hissiyatın hâkim olduğu bir dönemden geçen gençlerimizin büyük çoğunluğu da, tüm manevî ve ahlâkî geleneklerimizden ve değerlerimizden uzak, insan fıtratına aykırı duygu ve davranışların tasvir edildiği diğer dizileri izlemeyi ve hayatlarında yaşamayı maalesef ki arzuluyorlar.
Yakın zamanda Bülent Arınç, “Mâneviyatta sınıfta kaldık” diyerek itiraf ettiği dehşetin sebeplerini televizyon dizilerinde göstererek doğru bir tespitte bulundu. Ümit ediyoruz ki gerekli düzenlemeler yapılır. İnternet için, “RTÜK gibi denetleyici bir kurum mu olsa?” dediğinde; “RTÜK bu konuda ne kadar işlevsel acaba?” diye düşünmüştüm. Cevabımı çok acı bir şekilde almış oldum. Bence öncelikli ihtiyaç; RTÜK’ün ahlâk ve müstehcenlik kriterini de ölçen ve denetleyen bir kurulun olması. Bu çelişkiyi düzeltmeden maneviyatta ilerlemek de mümkün görünmüyor.
Biliyoruz ki bu konuda herkese iş düşüyor. Aileler de, eğitimciler de, devlet erkânı da ne yapılması lazım geliyorsa yapmalı. Ama büyük bir titizlikle ve cesaretle meselenin üzerine gidilmeli. Evet tahrip kolay, tamir çok zor. Zora talip, gönüllü ahlâk tamircileri aranıyor.
Okunma Sayısı: 1477
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.