Bir insanın hayatı, karanlık bir labirentte kaybolmuşken, bir ışık huzmesiyle nasıl aydınlanırsa; bir ruh, bataklığın dibindeyken, bir el uzanıp onu nasıl çıkarırsa, işte öyle bir hikâyedir Şeref Çetintaş’ınki.
Samsun’un meşhur Kökçüoğlu Mahallesi’nde, farklı kimliklerin harman olduğu bir çocukluk dönemi… Ardından, gençlik yıllarının çalkantılı rüzgârları: Futbol sahalarındaki zafer çığlıkları, meyhanelerin loş ışıkları, kumarhanelerin baş döndürücü heyecanı… Şeref Ağabey, hayatın bu “sefahat” denilen uçurumunda, kendine bir kimlik, bir çıkış yolu arıyordu. Kars’ın Pazarcık sınırında nöbet tutarken gördüğü komünist rejimin soğuk yüzü, onun içinde bir şeyleri sarsmış, ama cevabı yanlış yerde aramasına engel olamamıştı.
Tâ ki, aynı mahallenin, aynı âlemlerin adamı bir arkadaşı, ona “yasak” bir kitap uzatana kadar. İçinde “din ve iman” geçen bir şey nasıl yasaklanırdı? Öfkeyle eline aldığı o kitap, Birinci Sözdü, Gençlik Rehberi'ydi.
Okumaya başladığı ilk satırlarda, bir sağanağın altında kalmış gibi hissetti kendini. Saatler geçti, hâlâ “Bismillah her hayrın başıdır” ne demekti anlamaya çalışıyordu, hayatının anlamını arıyordu. O an anladı: “Bu kitap benim için yazılmış.”
Bu, bir dönüm noktasıydı. Artık eski Şeref yoktu. Tövbe etmiş, “Nur Talebesi” kimliğine bürünmüş, ömrünün sonuna kadar taşıyacağı bir davaya adanmıştı. Onun için hakikat, eğilip bükülecek, pazarlık konusu yapılacak bir meta değildi. Parti binalarında milletvekilleriyle, valilerle, en sert muhataplarıyla dahi, Üstaddan aldığı dersleri, bazen 23. Sözün derinliklerinde bazen de 5. Şua’nın ışığında anlatırdı. Samsun Valisi Hamdi Ömeroğlu’nun, “Nurcuları kesmesini iyi bilirim” dediği dönemde, her sabah onun makam arabasının önünde, “Küfrün belini kıran adamı yazıyor!” diye haykırarak gazete satması herkesin dilindeydi.
Onun en büyük hizmetlerinden biri de Yeni Asya’nın temelini atan İttihad Gazetesi’ni Samsun’da yüzlerce, binlerce kişiye ulaştırmasıydı. Büyük Cami avlusunda, “Müslümanlar sizin gazeteniz!” nidasıyla satılan her gazete, bir tohumdu. Cebinde taşıdığı gazeteyi, Yeni Asya yazısı görünecek şekilde katlayıp taşıması, davasına olan gururlu bağlılığının bir ifadesiydi.
Şeref Çetintaş’ın 83 yaşında bir 11 Eylül’de çıktığı bu yolculuğunun arkasında en büyük destekçisi olan hayat arkadaşı ablamız vardı. O, dışarıda elbisesi ve kravatı ile dolaşan, fikirleriyle uğraşan bir dava adamıyken, evinde eşine karşı her daim nazik ve vefalı bir eşti.
Ne çok şey yaşamıştı, ne hikâyeler biriktirmişti. İslâm Yaşar ve Raşit Yücel gibi arkadaşlarıyla Türkiye’yi karış karış dolaşıp, Zamanın Sesini anlatmak için bilgi toplarken çektikleri zorluklar, ilginç hikayeler…
Bugün, aramızdan ayrıldı. Ama ardında, sarsılmaz bir iman, son nefesine kadar süren bir hizmet aşkı ve “küfrün belini kıran” bir hakikatin neferi olmanın onurunu bıraktı.
Hayatı yeni nesillere ilham kaynağı olmaya devam edecek. O, Risale-i Nur’un insanları meyhanelerden, kumarhanelerden nasıl çekip çıkardığının canlı bir misaliydi. Ömrünün son demlerinde bile bu hizmete olan şevkini ve heyecanını korudu.
Her bir vefatın ardından yazdığım hikâyeler hep dikkatini çekerdi, arayıp “beni yine ağlattın” derdi. Muhakkak farkındasın ama yine de bil istedim: Bir cuma günü bir “Zirve” Camide bir “Asrî” mezarlıkta defnedilirken senin ardından yeryüzü ve semavat sakinleri ağladı Şeref abi.
Mekânın Cennet, ruhun şâd olsun.