Vahşette sınır tanımayan darbe cuntası, 16 Eylül (1961) günü iki güzide bakanı (Zorlu ve Polatkan) dârağacına gönderirken, bir gün sonra, yani 17 Eylül günü de “İslâm Kahramanı” Başbakan Menderes’i astılar.
Darbe günü olan 27 Mayıs 1960’tan 17 Eylül 1961 tarihine kadar geçen süre içinde Demokratlara yönelik öyle vahşet ve dehşet tabloları sergilendi ki, bunu kelimelerle ifade edebilmek kabil değil. Değil insan soyu, vahşî canavar hayvanları dahi geride bırakacak gaddarlıklar sergilendi, o karanlık dönem içinde.
Demokratlarla birlikte Yassıada’da aynı muameleye mâruz kalan şair Faruk Nafiz Çamlıbel, görüp yaşadıklarını şu mısralarla anlatıyor:
Âdem evlâdı boğarken baba bir kardeşini,
Basıyor bağrına hemcinsini, müşfik canavar.
Beşerin zıddına, hayvan soyu insanlaşıyor,
Zalimin şefkati yok; lâkin, itin şefkati var.
Elhak doğrudur. İnsanın vahşîsi, canavarın vahşisinden daha tehlikeli, daha muzırdır. Zira, vahşî hayvanları dizginleyen Allah, insanların dizginini serbest bırakmıştır. Onun için beşer, vahşette sınır tanımayarak hayvandan bile yüz derece aşağı düşebiliyor.
«
Demokrat Partili Devlet Bakanı Mükerrem Sarol, darbeden sonra yaşananları ve 20 kişiyle birlikte Yassıada’ya götürülme hadisesini şöyle anlatıyor:
...Davutpaşa Kışlasından 20 kişilik bir kamyona bindirildik. Başımızdaki binbaşı başladı sataşmaya.
Önce bana “Söyle bakalım, bu milyonları nerede yiyeceksin” dedi. Ben “Benim milyonlarım yok” dedim. “Öyleyse sana yardım toplayalım da, evini barkını geçindirirsin” diye alay etti.
Sonra, diğer arkadaşlarımın yakasına yapıştı. Yakışıksız sözler söyledi. Ardından, yalanlar dizisi başladı: “Et Balık Kurumu ambarlarında üniversiteli gençlerin öldürülüp kıyma haline getirildiğini, Bayar'ın bankalarda milyonları çıktığını, Menderes'in altın külçeleri kaçırırken yakalandığını…” anlatıp durdu. Sonra da çok çirkin ve sapıkça konuşmalar yaptı.
Nihayet araba durdu, gemiye bindirileceğiz. Binbaşı eline listeyi aldı ve gemi komutanına “İşte size 20 büyükbaş hayvan getirdim” diye bağırarak söyledi.
Arabadan çıkıp gemiye atlayanın da yemediği tekme, küfür, hakaret yoktu.
Aynı bed muamele, Yassıada'ya çıkarken de tekrarlandı. Ada komutanı Tarık Güryay, aramızda eli sopayla dolaşır, önünde herkesin ayağa kalkmasını isterdi. Yine de, hakaret ve işkence yapmaktan geri durmazdı.
Bütün asker ve subayları dolduruşa getirmişlerdi. Hepsi bizi birer vatan haini gibi görüyordu. Gördüğümüz muamele de ona göre oluyordu.
"Hiç unutmam, yanımda arkadaşım Selahaddin Karayavuz vardı. Ona, “Ben bu şartlarda burada yaşayamam. Bu haysiyetsiz muamele karşısında, kafamı demirlere vura vura öleceğim” dedim.
«
Demokratlar ve Risale-i Nur’un neşri:
Son Şahitlerden Eskişehir’deki “İstanbul Oteli”nin sahibi H. Ömer Biçer, Isparta milletvekili Dr. Tahsin Tola ve daha başka şahitlerin de şehadetiyle, 1957’de Risale-i Nurlar tam serbestiyetle basılacağı zaman kâğıt fiyatları alabildiğine yükselmiş, hatta karaborsaya düşmüş.
O tarihte ziyaret edilen DP Genel Sekreteri Halil İbrahim Bey, Risalelerin neşri için Adnan Menderes ve Tevfik İleri ile birlikte 6 ton kâğıdı temin ettiklerini söylüyor. Menderes, bilâhare kendi kesesinden 10 ton kâdığı daha ayrıca hibe ediyor.
Allah o mazlûmlara ganî ganî rahmet etsin ve yaptıkları hayır-hasenatı da misliyle kabul eylesin.