Ramazan-ı Şerif, bildiğimiz gibi bir yardımlaşma ayıdır.
Bu ayda kalpler yumuşar, gönüller genişler, cömertlik hisleri canlanır. Varlıklı olanlar fakirlerin halini, ihtiyaçlarını kendileri de aç kalınca daha iyi anlarlar. Çevremizde, mahallemizde, sokağımızda, belki de komşumuzda fakir fukara insanlar vardır, yoksul ve muhtaç kimseler yaşıyor olabilir. Bu garibanlar, fakirler içinde bir tas çorbayı, bir somun ekmeği dahi bulamayanlar, bir tane 250 gramlık pazar ekmeğine muhtaç nice insanlar var.
Kendi yakınımızda ve mahallemizde olmasa bile, başka yerlerde, ulaşabileceğimiz bölgelerde çok fakir insanlar yaşıyordur. Hayatında hiç aç kalmamış, açlık sıkıntısını çekmemiş, açlık nedir bilmeyen, yediği önünde, yemediği arkasında olan birisi bu çok acı olan hali ve vaziyeti nasıl anlar? Bunun tek yolu: Ramazan orucu. Bir ay boyu oruç tutunca, bazı günler iyice acıkacak kimseler vardır. Kıvranacak, ekmek bulamayan o fakir insan gibi bir dilim ekmeği özleyecektir. Hani derler ya, (Tok acın halinden ne anlar?) diye, çok etkileyici bir atasözümüz vardır.
Oruç günlerinde, tok insanlarda acıkacak ve açların acısını anlayacaklar. Böylece onların içinde yardım etme duygusu belirecek, açları doyurma ihtiyaçlarını karşılama gibi bir güzelliği tanıma imkânına kavuşacaklar.
İnsan kendi cinsine karşı şefkatli davranmakla gerçek anlamda bir şükür kapısını açmış olacaktır. Çünkü, kim olursa olsun, kendinden daha fakir birisini bulabilir. Ona karşı şefkatle sorumlu olduğunu anlar. Bu bağlamda Ramazan, fakir-fukaranın gözetildiği, yoksulların yardımına koşulduğu, yalnız ve kimsesiz insanların elinden tutulduğu mübarek bir mevsimdir. İşte böyle kutlu bir mevsimi, zikir, fikir ve şükürle geçirmek, akıllı kişilerin en güzel faaliyetlerinden biridir. Böyle nimetlere şükredersek, Zat-ı Zülcelâl olan Allah da nimetlerini ziyadeleştirir. Nimetler saymakla bitmez. Bu bol nimetlere, şükür ve zikirle mükellefiz.