Risale-i Nur’lar çıkarılan Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’nun 47. maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması talebi, Anayasa Mahkemesi’nin gündeminde.
Plân ve Bütçe Komisyonu’nda Kültür Bakanı, “sorunu çözdük” diyor. Oysa müellif Bediüzzaman’ın vefatından sora 54 senedir onlarca yayınevi tarafından harıl harıl basılıyordu. Bakanlık yetkililerinin komisyondaki ifâdeleriyle, sadece bandrol uygulamasından bu yana, çeşitli yayınevlerince 26 milyon Risale basılmış ve okuyucularına ulaştırılmış.
Zira devletin Kur’ân tefsiri Nur Risalelerinin basımına müdahalesine kadar “sorun” yoktu. Bakanlığın aylardır süren “bandrol yasağı” emr-i vakisiyle Risalelerin basımının yasaklanma“sorun” çıktı. Ardından tepeden “kamuya mal edilmesi”yle devlet tekeli”ne alınmasıyla katmerleşti…
Gerçek şu ki, komisyon tutanaklarında, siyasî iktidarın başta BİMER, akabinde “atanmış varisler” olduğunu iddia ettiği bazı isimler üzerinden tertiplettiği sözde “şikâyetleri” bahanesiyle dayatılan “bandrol yasağı”yla baş gösteren çözümsüzlüğü yine “devlet hesâbına” Risalelerin basımının devlet uhdesine verilmesiyle içinden çıkılmaz hale dönüştü.
KANUN NÂMINA HUKUKSUZLUK…
Görünen o ki, aylardır iktidar milletvekilleriyle yaptığımız görüşmelerde ve komisyondaki açık ikrarlarıyla belli ki, önce “atanmış varisler’in talebi” gerekçesiyle Risaleleri “devlet tekeli”ne almak isteyen Bakanlık/ hükûmet, daha önce derecattan geçen mahkeme kararlarıyla bu isimlerin mahkemece “mirasçı” olmadığının ortaya çıkması üzerine, bu kez nesebî “yasal mirasçılar”a yönelmiş. Ancak “yasal mirasçılar”ın Risalelerin basımının ve yayımının devlet uhdesine verilmesini kabul etmemeleri üzerine, mesele tam bir çözümsüzlüğe sürüklenmiş.
En son komisyonda, Telif Hakları Kanunu ve Risale-i Nur’a ilişkin sorular üzerine açıklamalarda bulunan Kültür Bakanı’nın, “bandrol verdiğimiz yayınevlerinin müellifin ölümünden henüz 70 yıl geçmediği için müellifinin varislerinin hakkı var kitap üzerinde” cümlesiyle bildirdiği, bütün basklara rağmen “yasal varis” denilen nesebî mirasçıların “ortak mutabakatı”nın sağlanamamasıyla çözümsüzlüğe itmiş.
Bakan’ın “Bize bir başvuru geldi. Şikâyet; Risale-i Nur basanların hiçbirinin basma yetkisi yoktur. Çünkü hiçbir yasal varis değildir diye” konuşması, çözümsüzlüğün ikrarı. Keza “Biz bu kanunu çıkarmasaydık bu eser ebediyen basılmayacaktı, böyle kalacaktı. Biz yayın zorunluluğu getirmişiz, kanunda var. Kimse basmazsa devlet basacak” sözleri, haksızlığın ve hukuksuzluğun tescili.
Aslında, Bakan’ın “merd-i kıptî” misali, “Yasal varislerden bir tanesi galiba kardeşinin kızı Saadet Hanımefendi ‘ben hiç kimseye vekaletnâme vermiyorum kim ne yapıyorsa yapsın’ demiş. Bu durumda bu yol da kapandığı için eserlerin basılabilmesinin tek yolu bunun devlet eliyle basılmasına imkân sağlamak. Aksi takdirde eser ebediyen basılamayacak. Biz mi basacağız, hayır biz basmayacağız” ifşaatı, “bandrol yasağı”yla başlayan Risalelerin basımının engellenmesi sürecinin nasıl “tek yol” olarak “devlet eliyle basılması” vartasına sürüklendiğinin ikrarı.
Özetle, “bandrol vermeyeceğiz ve eserler basılmayacak” dtiyen Bakan’ın ağzından “toplumda önemli karşılığı olan sivil yapılanmaların bu kadar önemsediği bir eserin basılaması ciddi travması”na bizzat Bakanlık sebebiyet verdiriyor.
Bakanlık Bakan’ın iddiasının aksine Risalelere bandrol vermekle, değil “bandrol yasağı”yla 233 gündür Risalelerin önüne bariyerler koymakla “suç işliyor.” Önce yayınevlerinin yarım asrı aşkındır Risaleleri tab’ ve neşrini yasaklıyor. Diyanet İşleri Başkanı’nın ifâdesiyle, devlet/Diyanet dahil hiçbir merciin Risaleleri basamayacağı Devlet dahil hiçbir merciin Risaleleri basamayacağı vartayla düşülünce bu kez “kamuya mal edilme” yanlışıyla “kanun nâmına kanunsuzluğa” tevessül ediliyor…
RİSALELER RESMÎLEŞTİRİLEMEZ…
Bakan, ‘’Biz bunu Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredeceğiz. O da sadece tahrifat ile ilgili kısmını korumakla görevli bir vakfa ya da başka bir yere devredecek” diye konuşuyor. Sormak lâzım; şimdiye kadar onlarca yayınevi tarafından aslına uygun olarak harıl harıl basılan Risaleleri, ille de “devlet tekeli”ne almanın gereği nedir?
Bir de “Üstad, Diyanet’in Risaleleri basmasını istemiş” cerbezesi var. Oysa herkes biliyor ki, Bediüzzaman, Kur’ân tefsiri Nur Risalelerini devletin de, Diyanet’in de sahip çıkmasını, aslına sâdık kalarak ayrıca basıp neşretmesini istemiş; sadece devletin/Diyanetin uhdesine verilmesini değil.
“Ehl-i dünya diyorlar ki: “Bize ahkâm-ı diniyeyi (dini hükümleri) ve hakaik-i İslâmiyeyi talim edecek resmî bir dairemiz (Diyanet) var. Sen ne salâhiyetle neşriyat-ı diniye yapıyorsun?” sorusuna Bediüzzaman’ın, “Hak ve hakikat inhisar altına alınmaz. İman ve Kur’ân nasıl inhisar altına alınabilir? Siz dünyanızın usulünü, kanununu inhisar altına alabilirsiniz. Fakat hakaik-i imaniye ve esâsât-ı Kur’âniye, resmî bir şekilde ve ücret mukabilinde, dünya muamelâtı suretine sokulmaz…” cevabı, Diyanet dahil hiçbir resmî devlet kurumunun Risaleleri tekeline alıp “devletleştirme”ye hakkı ve hukuku olmadığını açıkça ortaya koyuyor. (Mektûbat, 72)
Bu durumda, bazı iktidar yanlısı mihrakların, sırf siyasî iktidara, devlete ve bazı mahfillere dalkavuklukla yaranmak peşindeki “yağdanlık-kaselis nâdânlar”ın, devletin “Risale-i Nurların bandrol sorununu çözdüğü” yalan ve yaygaralarına ne demeli?