İnsan var olduğu sürece var olan hak ve bâtıl, iki çizgi vardır hiç kesişmez.
Birincisi yaradılışının hikmetine uygun, yalnız O’nun Rızası’nı esas kabul etmiş olanların çizgisi, diğeri her zaman bu yolda yürüyenlere düşman olmuş, karşısında yer almış olanların çizgisi.
“Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i Kübrâ’yı Kur‘ânîye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var.”1 Bizler âciziz. Yüzlerce belki daha fazla sebebin tesiriyle, hakîkat çizgisinden uzaklaşıyoruz. Hatta uzaklaşmakla kalmayıp yanlışı harâretle savunuyoruz. Bizim gibi düşünmeyenlere düşmanlık besliyoruz. Doğruyu savunuyor olsak bile yanlış çizgiden gidenlere yanlışını göstermeye çalışacağımıza, belki düşmanlık hissiyle aramızda olmadık yaralar açıyoruz.
O yüzden hem sözlü duâlarımızla, hem de davranış ve yaptıklarımızla Allah bizi doğrudan ayırmasın, yanlışı savundurtmasın demeliyiz. Nur ile topuz yan yana gelmez deyip ihlâsla nefsimizi islâh etmek için ilk önce kendi ruhumuzdaki hastalıklarımıza şifa aramalıyız.
Dinimiz bir, vatanımız bir olduğu gibi, belki binlerce birlerimiz olduğu bir insanı; tenkit babında üzerinde üstünlük taslama gibi gıpta damarını tahrik etmeden belki umûma ifşâ olmayacak tarzda sadece yanlışını göstermek lâzım. Hem illâki gördüğünüz yanlışı düzeltmemiz gerekir diye ısrar etmemeliyiz. Siz üzerinize düşeni hakkıyla yapın, gerisini Mutlâk Adâlet Sâhibinin hesâbına kaderin hükmüne bırakmalıyız. “Kişi zulmeder kader adâlet eder” fermânına riayet etmeliyiz.
Zirâ:
‘’Evet, evet, neam, neam. Sivrisinek tantanasını kesse, balarısı demdemesini bozsa, sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zirâ kâinatı nağâmatıyla raksa getiren hakâikin esrarını ihtizâza veren Musıka-i İlâhîye hiç durmuyor; mütemâdiyen güm güm eder.
Elhâsıl: İnkılâb-ı siyâsî cihetiyle dininden havf eden (korkan) adamın dinde hissesi, beytü’l-ankebut (örümcek evi) gibi zayıf düşmüş cehalettir, onu korkutur; taklittir, onu telâşa düşürtür. Zira itimâd-ı nefsin fıkdânı ve aczin vücudu cihetiyle, saadetini yalnız hükümetin cebinden zannettiğinden; kalbini, aklını da hükümetin kesesinden tahayyül eder, korkar. ‘’2
Hakikat; daima hak üzere olmaktır. Her mü‘mine, herkese lâzım olan, şerle çizgisi kesişmeyenler için kriter Rızâ-i İlâhîdir, gayrısı bid’attır.
Dipnotlar:
1. Yirmi birinci Lema, Dördüncü Düstûr.
2. Münâzarât, s. 44-47.