Müceddid; bulunduğu ve yaşadığı asrın en büyük âlimi ve evliyasıdır.
Bu noktadan bakacak olursak, Bediüzzaman son asrın müceddidi olması hasebi ile, bulunduğu dönemin bütün aktab ve evliyalarının üzerinde bir konumdadır. Bu Bediüzzaman’ın şahsî kemali ve makamıdır.
Risale-i Nurlar, bu zamanda mehdiyet makamını ifa ediyor ve insanların terbiye ve irşadında en mükemmel bir kutup gibidir. Elbette böyle bir tefsire vasıta olan Bediüzzaman’ın makamı da buna mütenasib olacaktır. ‘Irşad-ı azam’ olan Risale-i Nurların müellifi, elbette ‘Mürşid-i A’zam’ olmak gereklidir. Tarihçe-i Hayat’taki ifadeler bunu teyid ediyor.“Bediüzzaman Said Nursî, on dördüncü asr-ı Muhammedînin ve yirminci asr-ı Milâdînin minaresinin tepesinde durup, muasırları olan ehl-i İslâm ve insaniyete bağırıyor ve bu asrın arkasında dizilmiş ve müstakbel sıralarında saf tutmuş olan nesl-i âti ile bir mürşid-i a’zam, bir müceddid-i ekber olarak konuşuyor.”1
Kutb-u irşad ve âhirzaman
Kutb-u irşad; insanların irşadına ve hidâyetine vesîle kılınan zâtların reisi olarak bilinir.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri bu meselede şöyle diyor: “Kutb-u irşad, âlemin irşadı ve hidâyeti için feyzlerin gelmesine vâsıta olur. Kutb-u irşadın her zaman bulunması lâzım değildir. Öyle zamanlar olur ki, âlem imandan ve hidâyetten büsbütün mahrum kalır. Asırlardan, uzun yıllardan sonra, bir tâne bulunursa yine büyük nîmettir. Her şey onunla nurlanır. Onun bir bakışı kalb hastalıklarını giderir. Bir teveccühü, beğenilmeyen kötü huyları silip süpürür.”2
İmam-ı Rabbanî’nin ifadeleri kutb-u irşad vazifesiyle muvazzaf olanları layıkıyla tavsif etmiş olup, bu zatların Kur’ân’a ve İslâm’a büyük hizmetler ettiği anlaşılmış olur.
İmam-ı Rabbanî’nin çok uzun bir Kutb-u İrşad izahatı daha vardır. Cümle cümle üzerinde durmaya çalışalım.
1.”Ferdiyet kemâlâtını da kendisinde bulunduran bir irşad kutbu çok nâdir bulunur.”3 Bu zatlar her asır başında geleceği tebşir edilen müceddidler hükmündedir. Buna işâret eden;”Allah Teâlâ bu ümmet için her yüz senenin başında dinlerini tecdîd eden bir müceddid gönderir.”4 hadîs-i şerifidir. Ferdiyet makamı, yaşadığı asırda başka bir âlimin tasarrufu altında bulunmamayı gerektirir. “Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîyi temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı manevîsi “Ferid” makamına mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz’da bulunan kutb-u a’zamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki imam gibi, onu tanımaya mecbur olmuyor.”5 cümleleri ferdiyet manasını izah ediyor.
2.”Böyle bir cevher birçok asırlardan sonra meydana gelir.”6 Demek bu zatların dünyaya gelmesi her asrın mebusu olması sırrını taşıyor. Risale-i Nur’daki “Asırlardan beri beklenilen ve muntazır kalınan zat, Risale-i Nur imiş.”7 cümlesi böyle bir cevherin asırlardan sonra meydana gelmesini teyid ediyor. Hakikat şairi Mehmet Âkif; “O nuru gönder, İlâhî, asırlar oldu yeter! Bunaldı milletin âfâkı bir sabah ister.” diye, işte bu nura işaret ettiği, bugün bizce bir hakikattir.”8
—Devam edecek—
Dipnotlar:
1- Tarihçei Hayat, s. 173
2- Evliyalar Ans. c.1, s. 9
3- Mektubat-ı Rabbani 1/260; Mebde ve Mead, Çev. Dr. Necdet Tosun, Sufikitap, İst. Ekim, 2005, s. 23-24
4- Feyzü’l-Kadîr, 2:281
5- Kastamonu Lahikası, s. 204
6- Mektubat-ı Rabbani 1/260; Mebde ve Mead, Çev. Dr. Necdet Tosun, Sufikitap, İst. Ekim, 2005, s. 23-24
7- Barla Lahikası, s. 176,
8- Tarihçe-i Hayat, s. 641