Bu örnekten yola çıkarak anlıyoruz ki, bilim kendi alanında güçlü ve derinlemesine analizler yapabilse de, her konuda nihai sözü söyleme yetkisine sahip değildir.
Bilimin konusu, fizikî olgular, gözlemlenebilir yapılar ve ölçülebilir verilerle sınırlıdır. Bu yüzden bir meselenin bilimsel yöntemle ele alınamıyor oluşu, onun değersiz veya önemsiz olduğu anlamına gelmez.
Sadece bilimin ilgi ve yetki alanının dışında olduğunu gösterir.
Dolayısıyla bilim, dinin alanına giren inanç, anlam ve ahlâkî değerler gibi konularda hüküm veremez; bu yönüyle din ve bilim, birbirlerinin yerine geçmeye çalışan değil, kendi sınırları içinde hakikatin farklı yönlerini aydınlatan iki ayrı disiplindir. Bu sebeple, dinin yerine geçmeye çalışan veya dinin alanına hükmetme iddiası taşıyan bir bilim anlayışı, kendi sınırlarını aşarak ‘haddinden tecavüz etmiş’ olur; çünkü bilim, dinî sorulara nihaî cevaplar verme yetkisine sahip değildir.
Din-bilim ilişkisi nasıl bir hiyerarşiyle ele alınmalıdır? Bu soruya verilecek cevap, iki alanın fıtratını doğru kavrayarak şekillenmelidir. Dinin temel kaynağı mutlak hakikati temsil ederken, bilim sınırlı gözlem ve akıl yürütme ile elde edilen değişebilir bilgilere dayanır. Dolayısıyla bilim ile din arasında kurulacak ilişki, hiyerarşik değil, tamamlayıcı bir nitelik taşımalıdır. Dinin belirlediği hakikatleri bilim yoluyla “ispat etmeye” çalışmak, dinin değerini bilimin geçici verilerine indirgemek olur. Çünkü bilim, zamanla değişebilen, gelişen ve sınırlı bir bilgi sistemidir. Ancak bu, bilimin dine dair hiçbir katkısı olamayacağı anlamına da gelmez. Bilim, dinin önerdiği yaşam biçiminin insan sağlığına, toplumsal düzene ve ferdî mutluluğa katkılarını gösterebilir; emir ve yasakların arkasındaki hikmetleri anlamamıza yardımcı olabilir.
Bu yönüyle bilim, dinî hakikatlerin hakikatliğini değil; hikmetini, faydasını ve insan hayatındaki karşılığını açıklayan, sınırlı ama anlamlı bir destek alanıdır.
Örneğin, alkolün zararlarına dair yapılan modern tıbbî araştırmalar, Kur’ân’ın içki yasağının insan sağlığı ve toplum düzeni açısından ne kadar yerinde olduğunu gösterir. Kumarın bağımlılık yaptığı, ekonomik istikrarı ve aile yapısını tehdit ettiği yönündeki psikolojik ve sosyolojik bulgular da aynı şekilde dinî uyarıların hikmetini gözler önüne serer. Öte yandan, Peygamber Efendimizin (asm) sünnetlerinden olan misvak kullanımı, sağ el ile yemek yeme, yemekten önce ve sonra elleri yıkama gibi pratiklerin, modern hijyen ve ağız sağlığı açısından taşıdığı faydalar bilimsel olarak da açıklanabilir.
Bilim, yapısı gereği sınırlı ve değişken olduğu için Kur’ân’ın mutlak hakikatlerini doğrulayıcı bir ölçüt olamaz. Bilimin önerdiği doğrular zamanla yeni bilgilerle değişebilir; bu yüzden değişmeyen İlâhî hakikatleri onaylama makamında değildir.
Ancak bilimsel veriler, Kur’ân’da bildirilen bazı hakikatlerin daha iyi anlaşılması için birer araç olabilir. Bu yaklaşım aynı zamanda Kur’ânî bir metottur; zira Allah, haşri anlatırken bahardaki dirilişe dikkat çeker, kendini tanıtırken kâinattaki düzeni ve ölçüyü örnek gösterir. “Haydi çevir gözünü bak”, “Akletmez misiniz?”, “Görmez misiniz?” gibi ayetler, insanı gözlem yapmaya, düşünmeye ve evrendeki deliller üzerinden hakikate ulaşmaya teşvik eder ki bu da bilimsel öntemin temel ilkeleriyle örtüşür.
Bu açıdan bakıldığında, bilim Kur’ân’ın yerine geçemez ama Kur’ân’ın mesajlarını daha derin anlamak için bir pencere olabilir. Bilim, gözlem ve deneylere dayalı sürekli gelişen bir bilgi sistemidir. Bugün doğru kabul edilen bir bilimsel teori, yarın yeni veriler ışığında değişebilir veya daha kapsamlı bir yaklaşımla yeniden yorumlanabilir.
—Devam edecek—