Kuantum fiziğinin nazarlarımıza sunduğu “gözlemci etkisi” dikkat çekici bir bakış açısı sunmaktadır.
Bir kuantum sistemine “bakmak” o sistemin davranışını değiştirir. İnsan psikolojisinde de böyledir: Bir olaya nasıl baktığımız, o olayın bizde oluşturduğu etkiyi belirler. Üstad Said Nursî’nin “nazar ve niyet” kavramı bunu açıklamaktadır: Bir şeye mânâ-yı ismî ile bakarsan kaygı duyarsın; mânâ-yı harfî ile bakarsan, baktığın şey anlam kazanır ve huzur bulursun.
Yani nazarımız ve niyetimiz, baktığımız bir şeyin hakikatini anlamada belirleyicidir. Eğer bir şeye mana-yı ismî ile, yani onu kendi kendine var olan bağımsız bir şey olarak bakarsak ondan çıkaracağımız anlam sınırlı ve sathî kalır. Bu çerçevede kuantum dolanık bir parçacığa sırf “kendi başına rastgele hareket eden bir madde taneciği” gözüyle bakarsak, gördüğümüz anlaşılması zor, “ürkütücü” bir fizik olayı olur. bu bakışta tesadüf ve belirsizlik ağır basar, insanın içine tam bir huzur vermez. Çünkü eşyanın anlamını Yaratıcıdan koparıp almış oluruz.
Şayet aynı olaya mânâ-yı harfî ile, yani ona Yaratıcıya işaret eden bir harf olarak bakabilirsek, bambaşka bir manzara belirir: Dolanık iki parçacık arasındaki mesafeden bağımsız eşzamanlı davranış özelliğini, Allah’ın “Kayyum” (her an her şeyi ayakta tutan, kudreti daim olan) isminin bir cilvesi olarak okuduğumuzda, mesafe kavramının anlamı bizim için değişir. Çünkü Allah için yakın veya uzak diye bir kayıt yoktur. Kudret kalemi, kâinatın her noktasında aynı anda iş başındadır.
Dolanık parçacıkların her an koordine içinde olması bize sebeplerin ötesinde bir kudret elinin her an her yerde tecelli ettiğini gösterir. İman nazarıyla bakıldığında, her bir zerre (parçacık) Vahidiyet sırrıyla bütün kâinata bağlı ve Ehadiyet sırrıyla da doğrudan doğruya Yaratıcısının emrine boyun eğmiş bir nefer olarak görülür. Fizikçilerin “dolanıklık” dediği şey, aslında kâinatın tesadüf oyuncağı olmadığının; İlâhî Kudret ile her an “bir ve beraber” tutulduğunun ve çokluk perdesinin altındaki o muazzam birlik hakikatinin lisan-ı hâl ile ilânıdır.
Modern nörobilim (sinir bilimi) de bu gerçeği seslendiriyor. Olumsuz duygu durumları bağışıklığı zayıflatıyor, olumlu duygu ve ibadet hâli ise beden kimyasını düzenliyor. Dua, zikir, tefekkür gibi manevî pratiklerin kalp ritmini ve beyin dalgalarını uyumlu hâle getirdiği tespit edilmiş durumda. İnsan bedenine baktığımızda vahidiyet- eha- diyet dengesinin canlı bir misalini görürüz. Beden bir bütün olarak tek bir sistemdir (vahidiyet); ancak hücrelerin her biri kendine has bir düzen taşır (ehadiyet). Bu nsebeple insan hem bir “bütündür,” hem de tek tek bakıldığında “özeldir.”
Sonuç olarak Kuantum dolanıklığı ve gözlemci etkisi gibi kavramlar bize şu hakikati hatırlatır: Ayrılık bir vehimdir; birlik hakikattir. Varlık, insan ve evren tek bir bütünün parçalarıdır. Maneviyat ise bu bütünlüğü kavramanın yoludur. Bu sebeple insanın huzur arayışı, ayrılığı değil birliği görme arayışıdır. Kendimizle, kâinatla ve yaratıcımızla olan bağımızı fark etmek hem ruhen, hem bedenen şifa kaynağıdır. Pozitif ilimler bu bağı maddenin derinliklerinde keşfederken; vahiy, insanın gönlünde açığa çıkarır.
Not: Bu makalenin yapay zekâdan yararlanılarak hazırlanmıştır.
—SON—