"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Cemaatler meşveret ve şeffaflığı esas almalı

07 Kasım 2020, Cumartesi
Aileden, okullardan tutunuz da ticari yapılara cemaatlere tarikatlara kadar herkesin yediden yetmişe birbirine tahammül eder şekilde olması meşveret ve şura ile aralarındaki konuları müzakere ediyor olmaları, şeffaf olmaları gerekiyor.

Hasan Güneş’in ikinci bölüm konuşması:

Dünya genelinde hani bir kaç istisnası olsa da hani son dönemlerde bazı bölgelerde otoriter liderler yükselişte. Ancak bunlar geçici. Dünyanın geleceği sivil, demokratik bir gelecek. Otoriter liderler 2. dünya savaşına neden olup dünyanın tepkisini çektiği için dünyanın yapılanması da artık daha sivil daha demokrat yapıları ve liderleri istiyor. Bu açıdan bakıldığında gerek İslam dünyasında gerek tüm dünyada artık demokratik olanlar şeffaf olanlar, İslami tabirle meşveret ve şuraya tabi olanlar, gerek cemaat olsun gerek tarikat olsun gerek devletler olsun daha çok ön plana çıkacaklar ve bunların halkları daha huzur ve refah içinde yaşayacaklar. Bu sebeple devletin de demokrat, İslami tabirle meşveret ve şuraya tabi olması gerekiyor. Bunların altyapısı temel yapıları da sadece devletin üst kademesindeki kişilerin demokrat olmaları meşveret ve şuraya tabi olmaları yeterli değil. 

Aileden, okullardan tutunuz da ticari yapılara cemaatlere tarikatlara kadar herkesin yediden yetmişe  birbirine tahammül eder şekilde olması meşveret ve şura ile aralarındaki konuları müzakere ediyor olmaları, şeffaf olmaları gerekiyor. Toplam kalitecilerin dediği gibi, bir yerdeki kalite diğer yerleri çözmüyor, yani her sahada her yerde insanların demokrat olması lazım, birbirlerine tahammül ediyor olması lazım, birbirlerini kanun ve nizama meşru hak ve hürriyetlere sahip olması lazım onlara riayet ediyor olmasına tahammül etmeleri de gerekiyor. Bu hususlara bakıldığında İslam Dünyası’nda İslamın gelişmesine bakacak olursak ilk dönemlerde İslam’ın hızlı bir gelişimi vardır. Daha sonra hilafetin saltanata dönüşmesi vardır. O dönemlerde, Emevi Döneminde, İslamiyet hızla yayıldı diyebiliyoruz ancak buradaki İslamiyetin yayılması devletin askeri, siyasi ve ekonomik kanalından yayılması çok sınırlı olmuştur. 

Hz. Hasan mesleği diye Bediüzzaman Said Nursi’nin hatırlatmış olduğu, yani “valiler, devlet adamları yerine bir çok veliler yetiştirdiler” dediği Ehl-i Beyt’in ve onun takipçilerinin şimdiki manada sivil dedikleri yani İslam’ı tebliğ etme neşretme şeklindeki faaliyetleri ta Türkiye sınırlarına bugünkü Güneydoğu’ya kadar öbür taraftan Orta Asya’ya kadar uzanan, Afrika’ya kadar uzanan faaliyetleri İslam’ın hızla yayılmasına vesile olmuştur. Yani devletten küsen insanlar, İslam’dan uzaklaşan insanlar bu zatların samimi faaliyetleri ile İslam’a tekrar ısınmışlardır. Yine Emeviler zamanındaki Bediüzzaman Said Nursi’nin İkinci Ömer diye de hatırlattığı o zat mesela bu tür zatların o faaliyetlerinin önünü açmasıyla insanlar topluluklar halinde İslam’a dahil olmuştur.

Devletlerin hataları o temsil cihetiyle İslam’a mâl edildiği zaman, toplumlar devletten küstüğü zaman sivil şekilde İslamiyete Hakk’a hizmet edenler devletin bu gibi eksikliklerini tamamlamışlar, devletin yıkılışını, çöküşünü önlemişlerdir. Hazreti Hasan mesleği gibi devlete bağlı olmadan tebliğ etme vazifesini devam ettirmemiz lazım. Tabii ki devlet bizim devletimiz olduğu için devlete karşı vecibelerimizi yerine getireceğiz, müsbet hareket şeklinde, asayişi muhafaza şeklinde olan ehl-i sünnet geleneğine elbette dikkat edeceğiz. Kur’an-ı Kerim’de Al-i İmran Suresi’nde “Hak’ta sebat eden, iyiliği emreden, kötülükten sakındıran bir cemaat içinizde bulunsun” der. 

Eski ümmetler zamanında büyük çöküşler olduğu zaman Hak dinden uzaklaşmalar büyük sapmalar olduğu zaman Cenab-ı Hak o kavimleri helak ediyor ve daha sonra başka bir peygamber gönderiyor. Artık ahir zamanda tekrar böyle bir şey sözkonusu olmadığına göre hakta sebat eden, iyilikleri söyleyen, yanlışlardan nehyeden bir topluluk mutlaka olması lazım ki büyük musibetlerden kurtulalım. Tabii bu hakikatleri hem neşretmek hem de doğruyu söylemek yanlış anlaşılmaması lazım. Akşemseddin gibi, Osmanlıdaki büyük şeyhülislamlar gibi, Zenbilli Ali Efendi gibi, Şeyh Edebali gibi zatlar devlet adamlarına ciddi ikazlarda bulunmuşlar ama mesela şu adamı bu makama getir gibi şeylere karışmamışlar. Ancak yapılan bir zulüm ve haksızlık varsa onları şiddetli bir şekilde, üslubuna da uygun bir şekilde ikaz etmişler. Bugün ulema olsun olmasın sivil olan her bir vatandaş bu ikazları yapmalı. İkazların yapılmadığı toplumlarda, mesela tarihte var. 

Timur Devleti vardır. 1400’lü yıllarda Anadolu dahil İran’a Suriye’ye kadar her tarafta büyük zulümlere katliamlara sebep olmuştur. Evet büyük fetihleri yapmıştır ama büyük katliamlar da yapmıştır. Oralar şu anda da Türkiye’de bulunan tarikatların da bulunduğu yerler tarikat kurucusu olan şeyhlerin bulunduğu dönemler O zatlar maalesef hükümete, devlet terörü, devlet baskısının olduğu, şiddetli baskıların olduğu zamanlarda ikaz yapamamışlardır. Çünkü oradaki korku onların ikazlarına engel olmuştur. O ikazları yapamayışları o devletin ömrünün çok kısa olmasına sebep olmuştur. Fakat Selçuklu, Osmanlı dünya çapında devletler olmuşlar. İkazlara kulak vermişler. Onun için bugün de İslami gruplarda ilim ehli belirli şeyleri, Kur’an’ın prensiplerini bilenler bir sivil olarak gerekli ikazları yapmaları lazım. Şimdi dünya sivilleşmeye gidiyor. Devletler bugün ekonomiden çekilmeye çalışıyor, eğitimi bir şekilde belirli yerlere havale ediyor ve pek çok konudan çekilirken otoriter yönetimlere bakıyoruz, dini şeylere dahil olmaya çalışıyorlar, onlara müdahale etmeye, onları kontrol altına almaya çalışıyorlar. 

Fransız İhtilali ile dünya yeni bir döneme girdi, Fransız İhtilali Avrupa açısından bir demokratikleşme hareketidir ancak bu kralların gitmesiyle yeni yöneticiler devlete geldiklerinde kendilerine yeni bir güç kazandırmak için okullardan tutun da dini şeylere kadar her tarafa şiddetli bir devletleştirme politikası uyguladılar. Fakat bunlar hiçbir netice vermedi. Osmanlı’nın da son döneminde tanzimatla beraber bazı liderler bu tip şeylere girdilerse de bir sonuç alamadılar. Aslında bugün devletlerin güçleri sivil hayattadır bugün devletler gerek ekonomik olsun gerek askeri olsun pek çok konuda ittifaklar falan da dahil olmak üzere büyük ittifaklar içerisindedir. O ittifaklardan ya da büyük devletlerin ezici kontrolünden kurtulmanın yönü demokrasidir meşverettir ve sivil toplumdur. 

Bugün bazı topluluklar dünyanın belirli merkezlerinden alınan kararlarla belirli kitapları İslam Dünyası’nda yasaklatabiliyorlar, onların eğitimi ile ilgili çeşitli kararlar alabiliyorlar ancak batıdaki ülkeler diyorlar ki “biz bu tip şeylere karışmayız, nerede hangi kitap okunacağı gibi şeylere karışmayız, biz sivil bir toplumuz, kararlarımız meclisten çıkar, buradaki dini gruplara karışmayız” diyerek o büyük devletlerin kontrolüne karşı ciddi bir direnç oluşturuyorlar. Yani Avrupa’da küçük devletler var ama o büyük devletlerin kontrolüne girmiyorlar. Bunun sebebi onların demokrat olmasıdır, devletin halkın her şeyine karışmıyor olmasıdır. Yani onun için bu sivil mesele İslam’ın anlatılması, tanıtılması ve yaşanması meselesinde devletin bu şeylere müdahale etmemesi lazım. Tabii diğer bir husus da, devlet sivil olurken dini gruplar, cemaatler, tarikatlar de sivil olması lazım. 

İşte Mevlana Halid-i Bağdadi, Üstadın takdir ettiği zat, o mesela müritlerine, talebelerinde özellikle mesela derdi ki; “Bir devlet adamıyla görüşürken yalnız görüşmeyin” derdi yanınızda bir kaç kişi olsun, yani bakın yani devlette o sizin adınıza giden başka görüşmeler yapmış olabilir, şeffaf olsun, karşılıklı söz verme falan filan gibi bu tip şeyler yani meşveret ve şuraya şeffafiyet özellikle dikkat etmek ve Hazreti Hasan mesleği gibi devletten bir şey beklemeden İslam’ın hakikatlerini yaşamak, anlatmak bizim önemli prensiplerimizden olması lazım. Bİr de bu eğitim meselesi de önemli yani şimdi Risale-i Nur’da bu kitaba bağlı olmadan yapılan faaliyetlerde, hizmetlerde, tarikatlarda da ciddi sıkıntılar çekilebiliyor. 

1600’lü yıllarda mesela Hindistan’da bile o İmam-ı Rabbani’nin takipçileri İmam-ı Rabbani’nin eserleriyle birlikte Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi’sini okuyarak talebelerine dersler verirdi. Yani bazı tarikatların kendi tarikatlarına devam etmekle birlikte Risale-i Nur’u okumaları onun prensiplerinden Kur’an hakikatlerini anlamak hususundaki gayretlerinden uzak durmamaları lazım. Bu buna mani değil. Yani kendi şeylerinde devam edebilirler ancak bu Kur’an tefsirlerini okuyup istikamet hususunda hassasiyetlerini, ilim tahsilleri, çünkü İslam Dünyası’nın en önemli problemlerinden birisi de cehalet, okumamak, hakikatleri bilmemek yani Risale-i Nurla bunları da diğerleri, diğer tarikatlar da tamamlarlarsa memleketin büyük hayrına olacaktır.

— SON—

Okunma Sayısı: 4217
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı