Divan-ı Harb-i Örfi’nin ikinci kısmında yer alan “on bir buçuk sual”i tahlil eden Prof. Dr. Ahmet Battal, bu tahlillerden kuvvetin kanunda olması, hukukun üstünlüğü, adalet-i mahza, suçun şahsiliği, imtiyazcılığın ortadan kaldırılması gibi İslam’ın evrensel hukuk anlayışına dair sonuçların çıktığını söyledi.
PANEL - 2: Risale-i Nur Enstitüsü

( Dünden Devam )
Bediüzzaman önemli bir aktör
Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Adem Ölmez konuşmasında Bediüzzaman Said Nursî’nin 31 Mart hadisesinin öncesinde ve sonrasında üstlendiği rol hakkında bilgi verdi ve çok tartışılan İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti hakkında konuştu.
31 Mart’ın ve dönemin bir çok aktörünün olduğuna dikkat çeken Adem Ölmez, tarihten bazı aktörler çıkarılarak tarih yapamayız, aktörlerin tümünün doğru bir şekilde aktarılması gerekir” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bizim tarih yazımında bazı aktörler ya tarihten çıkarılmış, ya da olduğu yerden farklı bir şekilde gösterilmiştir. Bediüzzaman’ın da siyasî yaklaşımla tarih yazımından çıkarıldığını görüyoruz. Bana göre 2. Meşrûtiyet’e gelinen süreçte Bediüzzaman önemli bir aktör ve onu çıkararak doğru bir tarih yazımı gerçekleşmez. Bunu yapamamışız. Tarihî objektif olarak görmek istiyorsak fotoyu bütün görmek gerekir. Bu aktörlerden biri yoksa doğru bir tarih yazımı gerçekleşmez.”

Bediüzzaman Meşrutiyet taraftarıdır
31 Mart olayının modernleşme döneminin prototip olaylarından biri olduğunu ifade eden “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşayamam” sözüne hayatının her döneminde bağlı olduğunu ifade eden Ölmez, Bediüzzaman’ın meşrûtiyetçi kişiliğiyle bu dönemde önemli rol oynadığını hatırlattı.
Bediüzzaman’ın İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti ile ilişkilerine değinen Ölmez, 31 Mart’tan biraz önce kurulan bu cemiyetin Bediüzzaman ile organik bir bağının gözükmediğini, bunun da Divan-ı Harb-i Örfi’de “İşittim; İttihad-ı Muhammedî namıyla bir cemiyet teşekkül etmiş” sözleriyle dile getirildiğini ifade etti.
İttihad-ı Muhammedî adı altında iki farklı cemiyet olduğuna dikkat çeken Adem Ölmez, Volkan’ın da kendisine yapılan müracaat sonrasında yayın organı olmayı kabul ettiği İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’nin kuruluş sürecini anlattı ve 31 Mart olayı öncesinde Bediüzzaman’ın bağlı olduğu derneklerle ilgili bir türlü çözümlenemeyen meseleler olduğunu, Bediüzzaman’ın İttihad-ı Muhammedî’ye dahil olup olmadığının hâlâ tartışılan bir mesele olduğunu söyledi.

Divan-ı Harb-i Örfi yargılamaları sırasında yargılama tutanaklarından cemiyetin kurulduğuna dair on yıllık bir tarihten söz edildiğini belirten Ölmez, bu tutanakların cemiyetin 31 Mart’tan hemen üç beş gün önce kurulmadığını gösterdiğini söyledi. Cemiyetin ilk kurucularının Derviş Vahdeti’den çok önce, Nakşibendi tarikatine mensup, içerisinde Emirzade Ömer Lütfü Efendi, Abdulaziz darbesinin aktörlerinden Kayserili Ahmet Paşa’nın Damadı El-Hac İsmail Hakkı ve Beyazıd Dersiâmı Abdullah Efendi gibi zatların bulunduğu ihtilâlci bir zihniyete sahip bir grup olduğunu söyleyen Ölmez, bunların Volkan’a yayın organı olmak için müracaat ettiklerini, Derviş Vahdeti’nin bunu kabul ederek 48. sayıdan itibaren Volkan Gazetesi’nin bu cemiyetin yayın organı olduğu serlevha olarak ilân ettiğini belirtti. Ancak meşrûtiyetçi bir kişiliğe sahip olan Vahdeti’nin bunlarla anlaşamayarak yollarını ayırdığını söyleyen Ölmez, buna rağmen Volkan Gazetesi’nin İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti’nin merkezi olarak kaldığını, Emirzade ve diğerlerinin kendilerine ayrı bir büro açarak yollarına devam ettiğini ifade etti. Böylece birisi ihtilâlci, diğeri de meşrûtiyetçi olan iki farklı İttihad-ı Muhammedî cemiyetinin oluştuğunu belirten Ölmez, Derviş Vahdeti’nin ihtilâlci olanları uzaklaştırdıktan sonra kendisinin cemiyetin resmî kuruluşunu sağlamak amacıyla çalışmaya başladığını ve dikkat çekici bir şekilde kurucular arasına Süheyl Fazıl Paşa’yı, Şeyh Muhammed Sadık Efendi’yi, Bediüzzaman Molla Said Kürdi Efendi’yi alarak cemiyeti kurduğunu söyledi ve Bediüzzaman’ın ihtilâlci Emirzade’nin kurduğu cemiyeti hiçbir zaman desteklemediğini ve onunla alâkasının olmadığını vurguladı.
.

İkinci İttihad-ı Muhammediye Cemiyeti
Bediüzzaman’ın siyasal anlamda bu hareketin içinde olmadığının altını çizen Ölmez, onun ahlâkî bozulmaları tedavi etmek, fikren yol göstermek maksadıyla kurulmuş ikinci cemiyete dahil olduğunu, Divan-ı Harb-i Örfi savunmasında da umumun malı olan mukaddes kelimelerin siyasete alet edilmemesi gerektiğini söylediğini belirtti.
Bediüzzaman’ın sorgulama safahatıyla ilgili ellerinde yeterince belge olmadığını belirten Adem Ölmez, Osmanlı Arşivlerinden bununla ilgili belgelerin çıkmasını ve açılmayan arşivlerin de açılmasını ümit ettiklerini söyledi.
Adem Ölmez sözlerini şöyle tamamladı:
“Bediüzzaman’ın ayaklanma başladıktan sonra yatıştırıcı bir rol üstlenmiş, bir müddet gelişmeleri izlemiş ve sonra Bakırköy’e ve İzmit’e geçmiştir. Ancak suçluymuş gibi Divan-ı Harb-i Örfi’ye çıkarıldı ve orada da muhteşem bir savunma yaptı.
Divan-ı Harb-i Örfi’de savunma yapıldıktan sonra onun beraatine dair Tanin Gazetesi’nde bilgi verilmiştir. Hasılı, Bediüzzaman Meşrûtiyetçi olduğu halde ve 31 Martla ilgisi olmadığı halde yanlışlıkla hapsedilmiş ve beraat etmiştir. Buradan İttihad ve Terakki’nin Bediüzzaman’la ilgili araştırma yaptığını da görebiliriz. Burada Bediüzzaman ile Enver Paşa’nın arkadaşlığını görmek de mümkündür. Bediüzzaman muhakeme edilirken Enver Paşa’nın yargılamalara bir şekilde müdahil olduğu düşünülebilir; ancak bununla ilgili bir belge elimizde mevcut değildir. Hurşit Paşa hatıralarında da bundan bahsetmemektedir. Ancak hiçbir yaklaşım, Bediüzzaman Said Nursî’nin Divan-ı Harb-i Örfi’deki muhteşem savunmanın önemini azaltmaz.”
Divan-ı Harb-i Örfi, adalet teorisi
Son olarak söz olan Hacı Bayram Veli Üniversite Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Battal, Divan-ı Harb-i Örfî ve 31 Mart Hadisesi üzerinden Bediüzzaman’ın devlet felsefesini ve adalet teorisini ortaya koymaya çalıştı. Konuşmasında Divan-ı Harb-i Örfi’nin ikinci kısmında yer alan “on bir buçuk sual”i tahlil eden Battal, bu tahlillerden kuvvetin kanunda olması, hukukun üstünlüğü, adalet-i mahza, suçun şahsiliği, imtiyazcılığın ortadan kaldırılması gibi İslâm’ın evrensel hukuk anlayışına dair sonuçların çıktığını söyledi.

Battal konuşmasında, Divan-ı Harb-i Örfi adlı eserin adalet teorisi açısından ne ifade ettiği çok sayıda çalışmaya konu olduğunu, kendisinin bugüne bakan yönüne değinmeye çalışacağını söyledi. Bediüzzaman’ın suallerde verilecek cevapları şeriatla değerlendirilmesini talep ettiğinin altını çizen Battal, Birinci Sual’de, gazetelerin yönlendirmesiyle aldatmalarıyla ortaya çıkan genel cereyanlara katılanların suçsuzluğuna dikkat çekildiğini belirtti. İkinci Sual’de o dönemdeki uygulamalara dikkat çekildiğini dile getiren Battal, görüntüden ya da söylemden ziyade uygulamaların önemli olduğunu, demokrasi vs. adı altında zulümler işlenebileceğini, buna karşı çıkmanın suç olamayacağını söyledi. Üçüncü Sual’de demokrasi görüntüsü adı altında, demokrasiyi kullanarak birden çok kişinin zulüm yapmalarının mümkün olduğuna dikkat çekildiğine değinen Battal, “bu demokrasinin kötüye kullanılmasıdır” dedi. Bediüzzaman’ın kuvvetin kanunda olması gerektiğini, istibdadın ancak böyle önlenebileceğini söylediğini ifade eden Battal, kuvvetin kanunda olmadığı durumlarda istibdadın komitecilik şekline dönüşebileceği tehlikesine işaret edildiğini vurguladı. Dördüncü Sual’in çok ciddî bir hukuk dersi suali olduğunu söyleyen Battal, fitne, kamu düzeni vs. söylemleriyle insanların suçlu masum ayırt edilmeksizin cezalandırılmasının doğru olmadığını belirtti. Canilerin cinayetinin cezasız kalması mı daha büyük bir hukuksuzluktur; yoksa masumların idam edilmesi mi daha büyük hukuksuzluktur? sorusunu soran Battal, Bediüzzaman’ın adalet-i mahzaya atıf yaparak Maide Sûresi’ne atıf yaparak bir masumu idam etmenin çok daha büyük cinayet olduğunu ortaya koyduğunu söyledi.
Hiçbir fikir hareketi susturulamaz
Beşinci Sual’in veciz ifadesinin bugüne kadar hiçbir fikir hareketinin cezaevi ile susturulamayacağı olduğunu belirten Battal, “fikirler hapiste çürütülemez, fikre karşı fikir ortaya konulmalıdır” dedi. Altıncı Sual’de imtiyazcılığın kaldırılmasının önemine değinildiğini belirten Battal, herkesin hukuk önünde eşit olması ve eşit muameleye tabi tutulması gerektiğini söyledi. Yedinci Sual’i değerlendirirken, demokrasilerde herkesin eşit olması gerektiğine dikkat çekildiğini söyledi. Sekizinci Sual’de iktidar partilerinin tek doğru benim doğrumdur yaklaşımının istibdadı doğuracağının vurgulandığını belirten Battal, bu anlayışın geçmişten günümüze yansıyan istibdadî bir tavır olduğunu söyledi. Dokuzuncu Sual’de bahçıvanın kapıyı açarak herkesi içeriye dâvet etmesi örneğinden yola çıkarak içeri girenlere hırsız muamelesi yapmanın doğru olmadığını belirten Battal, Onuncu Sual’de de millet üzerinde oynanan oyunlara dikkat çekti. İstibdat rejimlerinin temel özelliklerinden birisinin önce söz hürriyeti, fikir hürriyeti vs tanımak olduğunu ve sonrasında bunun suç sayıldığını söyleyen Battal, kanunun izin verdiği eylemlerin suç sayılamayacağını ifade etti.
On Birinci Sual’de de demokratım deyip de antidemokratlık yapanlara dikkat çekildiğini söyleyen Battal, bu anlayışlar sebebiyle İstibdadın ruhunu o dönemlerden bu dönemlere aktardığını belirtti.
SON