"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Osmanlı mirasını taşıyan bir Balkan ülkesi: Karadağ

15 Ocak 2013, Salı
BALKAN SAVAŞLARININ SONUNA KADAR, YANİ BALKANLAR RESMEN ELDEN ÇIKINCAYA KADAR PODGORİCA TAM BİR OSMANLI ŞEHRİYDİ. CAMİLERİ, SAAT KULESİ, HAMAMLARI, TÜRBELERİ, KÖPRÜLERİ ÇEŞMELERİ, KALESİ, SERVİLİ MEZARLIKLARI VE TEPELERİ İLE TÜRK-İSLÂM KÜLTÜRÜNÜ YANSITAN BİR MEKÂNDI.

Karadağ; Balkan yarımadasının batı kesiminde, Adriyatik Denizi’ne kıyısı olan küçük bir ülke. Küçük bir ülke diyoruz, zira yüzölçümü 13 812 km². Bu büyüklük bizim bazı vilayetlerimiz kadar. Mesela Balıkesir ili 14 300 km² dir.
Karadağ ve Karadağlıların tarihi de pek eskilere uzanmıyor. Batı dillerinde bu ülkeye Montenegro adı veriliyor. Bu ad Latince veya İtalyanca kökenli. Bu dillerde monte ‘dağ’; negro ise ‘kara, siyah’ demek. Karadağlılar ise bu adı kendi dillerinde Crna Gora kelimeleri ile ifade ediyorlar. Crna kelimesinin bu dildeki karşılığı kara, ‘gora’ ise dağ demek. Yani anlam aynı sadece dil değişik. Osmanlı tarihinde de bu ülke Karadağ olarak geçiyor.
Uçağımız Karadağ’ın başkenti Podgorica hava alanına bulutlu, kapalı ve yağmurlu bir günde öğleden sonra indi. Hâlbuki aynı gün İstanbul’da pırıl pırıl güneşli bir hava vardı. Saat dilimi değiştiği için saatlerimizi bir saat geriye aldık. Yolculuğumuz 1 saat 15 dk. kadar sürdü.
Hava alanı Podgorica’nın bağlı bahçeli seyrek küçük evlerden oluşan dış mahallerinden birindeydi. Yüksek binaların gökleri tırmaladığı Yeşilköyü ve hınca hınç dolu, arı kovanı gibi kaynayan havaalanını gördükten sonra burası bize mütevazı ve asude bir muhit gibi geldi. Uçaktan inip rutin kontrollerden geçtikten sonra terminalde bizi bekleyen otobüse binerek kalacağımız beş yıldızlı otele gittik.
Bizi, Karadağ’da Osmanlı Mirası ile ilgili sempozyuma çağıranlar güzel bir hüsn-ü kabul gösteriyorlardı.
Bir ara terasa çıkıp üzerine bulutların toplandığı yağmurlu ve gri bir gök altındaki Podgorica şehrini seyrettim. Etrafında ağaçlar bulunan tepelerle çevrili bir ovada kurulmuş orta büyüklükte bir şehirdi. Yüksek binalar azdı. Uzaklara bakınca koyu kara renklere bürünmüş dağlar dikkati çekiyordu. Trafik sıkışık değil rahattı. Ana caddeler düzgün ve genişti. Podgorica hakkındaki ilk intibam sakin, mütevazi ve düzenli bir şehir olduğu yönünde idi. Şehir merkezinde rakım 45 m civarındaydı. Nüfusu ise, 150 000 idi. Podgorica dikine yükselen değil, ovaya genişçe yayılmış bir şehir durumdaydı. Gözü tırmalayan yapılar pek yoktu. Yeşil alanları çok, etrafındaki tepeler de servi ve çam cinsinden ağaçlarla örtülüydü. Servilerin bolluğu dikkat çekiyordu. Türkiye’nin Akdeniz iklimi etkisindeki bölgelerinde yayılış gösteren ve Müslüman mezarlıklarının sembol ağacı olan bu bitkinin Karadağ’da bu derece yayılış göstermesini Osmanlı etkisine bağladım. Bu durum şehre daha bir canlılık ve güzellik katıyordu. Kısacası belki de nüfusun az sayıda olması nedeniyle şehrin her bir ünitesine geniş ve rahat mekânlar ayrılmıştı. Şehir insanı sıkmıyor aksine ferahlatıyordu.

Osmanlı şehri Podgorica
Balkan savaşlarının sonuna kadar, yani Balkanlar resmen elden çıkıncaya kadar Podgorica tam bir Osmanlı şehriydi. Camileri, saat kulesi, hamamları, türbeleri, köprüleri çeşmeleri, kalesi, servili mezarlıkları ve tepeleri ile Türk-İslâm kültürünü yansıtan bir mekândı.
Son gün Karadağ’dan ayrılmadan önce birkaç arkadaş şehrin tarihî sit alanını dolaşarak Osmanlı’dan kalan izleri görmek istedik. Otelimizin ayrılarak geniş ve düzgün Bratstva i Jedinstva adlı cadde boyunca kuzeye doğru biraz yürüdük. Sonra bu caddeyi dikine kesen Oktobarske Revolucije’ye gelince sola yani batıya doğru saptık. Bir müddet bu caddeyi takip ettik. Bu cadde de yine düzgün bir cadde olan Kralje Nikole caddesi ile keşisti. Karşıda küçük bir meydanda Osmanlı eseri saat kulesini görünce neşemiz yerine geldi, yüzümüz güldü. Karadağlılar kendi dillerinde bu yapıya “Sahat Kula” diyorlar. Biraz dağişmiş olsa bile bu kelimelerin her ikisinin de Türkçeden geldiği açıkça belli oluyor. Karadağ dilinde pek çok Türkçe kelime var. Meselâ bazıları: kafa ‘kahve’, sokak ‘sokak’, dzamija ‘cami’, çay ‘çay’, kula ‘kule’, sahat ‘saat’, kajmak ‘kaymak’, jogurt ‘ayran’, yorgan ‘yorgan’, peşkir ‘peşkir’, baklava ‘baklava’, badem ‘badem’ gibi… Karadağ dili Sırpça, Hırvatça, Boşnakça ve Makedonca ile çok yakın bir dil olduğundan, söz konusu ülkelerin halkları birbirlerini anlayabiliyorlardı. Yakın zamana kadar Kiril Alfabesi kullanan Karadağ Latin Alfabesi kullanmaya başlamıştı. Bu dillerde 4000 kadar Osmanlıca kökenli kelime olduğu belirtiliyordu.
Saat kuleleri Osmanlı şehirlerinin adeta bir sembolü gibidir. Osmanlı topraklarında hâlen ayakta kalan ve varlığını devam ettiren 150 kadar saat kulesinin bulunduğu tahmin edilmektedir. Saat kulelerinin en başta gelen görevi şehir halkına vakti bildirmekti. Osmanlı şehirlerinde hayat namaz vakitlerine göre tanzim edilmişti. Saat başlarında kuvvetli bir gong vururdu.
Podgorica saat kulesi şehrin Osmanlılardan kalan kültür mirası objelerinin en önemlileri arasındadır. Yüksekliği 16 m’dir. Günümüz Karadağ devleti de bu kültür mirasına sahip çıkarak onu eski Podgorica’nın bir sembolü olarak görmektedir. Kulenin yapılış tarihi ve yaptıranına ait sağlıklı bir bilgi yoktur. Bazı kaynaklarda Osmanagiç Hacı Paşa tarafından 1667 yılında yaptırıldığı yazılmışken, bazı kaynaklarda Hacı Hafız Paşa tarafından XVIII. Yüzyılda yaptırıldığı belirtilmektedir.
Osmanlı yapılarının tümü “Stara Varosi” adı verilen eski yerleşim merkezlerine yakın mevkilerde bulunmaktadır. Saat kulesini inceleyip birkaç poz çektikten sonra eski mahallenin dar sokaklarına daldık. Dört kişi idik. Eski Osmanlı evlerinden hemen hemen hiçbir şey kalmamıştı fakat yüksek yapılara izin vermeyerek en azından mahallenin dokusunu korumuşlardı.

Podgorica’da iki cami
Birden bire alçak evlerin çatıları üzerinde yükselen beyaz ve şirin bir minare gözümüze çarptı. İçimizi bir sevinç ve heyecan kapladı. Oraya doğru hızla yürüdük. Burası Podgorica şehrinin camilerinden Osmanağa Camisi idi (Osmanagica dzamija). XVIII. Yüzyılda inşa edildiğine dair bazı bilgiler vardı. Caminin taş duvarlarla çevrili bir avluya sahipti. Bitişiğinde bir de türbe mevcuttu. Avlu kapısının dış cephesinde TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) tarafından 2011 yılında restore ettirildiğine dair bir levha asılıydı. Hem zamanımız kısıtlı ve hem de avlu kapısı kilitli olduğundan içeriye giremedik. Fakat cami ibadete açıktı ve kullanılıyordu.

DEVAM EDECEK
 
YRD. DOÇ. DR. SÜLEYMAN SÖNMEZ
Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi
Okunma Sayısı: 13545
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı