"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Said Nursi'yi tanımamak bedbahtlıktır

13 Haziran 2025, Cuma 07:38
BEDİÜZZAMAN SAİD NURSÎ VE RİSALE-İ NUR’A DAİR ÇOK ÖNEMLİ TESPİTLERİ OLAN, YAZAR, SOSYOLOG VE ÇEVİRMEN CEMİL MERİÇ’İ VEFATININ 38. YILINDA RAHMETLE VE HAYIRLA YÂD EDİYORUZ.

İSTANBUL YENİ ASYA - MEHTAP Y. YÜKSELTEN

RİSALE-İ NURLARI NASIL TANIDI?

Bediüzzaman Said Nursî’yi ve Risale-i Nurları ilk defa, kendisini ziyarete gelen Sedat Yenigün adlı üniversiteli bir gençten duymuştu. Sedat, anlattıklarını Cemil Meriç’in ilgi ile dinlediğini görünce yanında getirdiği Gençlik Rehberi’ni çıkarır ve bazı bahisler okumaya başlar. Duyduğu her cümle, onun idrakini hareketlendirir, her bahis hislerini hayretler içinde bırakır. Doğu ve Batı medeniyetinin temelini teşkil eden binlerce kitap okumuş, makale yazmış, eser vermiş bir mütefekkir, ilk defa bir şahsı ve eserlerini geç tanımaktan duyduğu bedbahtlığı şöyle ifade eder: “Bediüzzaman’ı ve eserlerini on yıl evvel tanımamanın bedbahtlığı içindeyim.”

OKUDUKÇA HAYRETİ ARTTI

O zamana kadar hiçbir aydından, mütefekkirden veya sıfatlı, rütbeli kişiden duymadıkları bu samimî itiraf, Nurcuları harekete geçirmeye yetti. Haftanın muayyen günlerinde Cemil Bey’in evine gidip ona Risâle-i Nur’dan parçalar okumayı kendilerine vazife addettiler. Bir süre bu vazifeyi Sedat Yenigün yaptı. O anarşistler tarafından şehit edilince vazifeyi Muhsin Demirel, Mehmed Paksu, Necmeddin Şahiner, Rüştü Onduk gibi Nur Talebesi gençler devam ettirdiler. Onlar okudukça Cemil Beyin hayret hisleri eksilmedi, arttı. “Esefle arz edeyim ki, Bediüzzaman gibi Türk insanının şuuraltına işlemiş ve kalabalıkların ruh dünyasını yoğurmuş, uğrunda büyük fedakârlıklara katlanmış, bir kelime ile çağımızın ma’şer-i vicdanında büyük akisler uyandırmış bir fikir ve dava adamını bütün cepheleriyle tanımıyorum. Bediüzzaman benim için sisler arkasındadır. Bu yalnız benim değil bütün aydınların ortak günahı.” demiştir.

“BEDİÜZZAMAN, HAKİKATE KAPALI GÖZLERİMİZİ AÇTI”

“Bediüzzaman ve eserleri, bütün Cumhuriyet nesilleri gibi bizim de hakikate kapalı gözlerimizi açtı ve uyandırdı. Hakikatin çok cepheli olduğunu bir kere daha anlamış oldum. Bu hakikati ancak Bediüzzaman gibi müstesna zâtlar söyleyebilir. Biz ancak hakikati sevebiliriz. Tasvip ve takdir edebilirsek bize ne mutlu.” (Nurculuk Nedir, s. 14.)

HER RİSALE BİR ÇIĞLIK

O konuştukça laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentle köy, çağdaş uygarlık düzeyi (!) ile Anadolu, tereddütle inanç… Karşı karşıya geldi. Nurculuk bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı imanın, Batı’ya karşı Doğu’nun isyanı. Her risale bir çığlık, şuuraltının çığlığı. Zulmün ahmakça taarruzu olmasa bu münzevi ses böyle sayhalaşır mıydı?

SAİD NURSÎ’DEN BAŞKA HÜRMETE LÂYIK ADAM TANIMIYORUM

Cemil Meriç, 1981’de kendisiyle yapılan röportajlarda Bediüzzaman Said Nursî ve eserleri ile ilgili olarak tesirli beyanlarda bulunmuş. İşte, söz konusu röportajlardan bölümler:

Soru: “Vak’a-yı Hayriye’den (1839 Tanzimat’tan) beri bizde İslâm tefekkürünün büyük isimleri çıkmamıştır” diyorsunuz?

Cevap: Evet, çıkmamıştır. Said Nursî var. Hürmete lâyık başka adam tanımıyorum. (1981 Suffe Yıllığı)

TEK SES ÇIKARAN SAİD NURSÎ OLDU

Önce Batı`ya yönelerek peşine düştüğüm hakikati, yine Doğu’da buldum. Doğu’da ise, en parlak yıldız olarak Said Nursî’yi tanıdım. Tanzimat’tan bu yana, İslâm tefekkürünü temsil makamında, bir tek onu tanıdım. Başka hiçbir şahsiyet, bu makamı dolduramıyor, hakkını veremiyor. Vak’a–yı Hayriye’den (Tanzimat’tan) beri (1839) bizde İslâm tefekkürünün büyük isimleri çıkmamıştır. Sadece Said Nursî var. Hürmete layık başka bir adam tanımıyorum. Ben onu tanıdım. Ben, “Müslüman mütefekkir” deyince, celadetiyle, cihadetiyle onu tanıdım, başka tanımadım. Evet, Tanzimat’tan sonra büyük İslâm mütefekkiri yok. Olsaydı, zaten bu hale gelmezdik. Yani olsaydı, bir mücadele olurdu. Hiçbir mücadele olmadı. “Giy” dediklerini giydik, “atın” dediklerini attık. Dili de mahvettik. Bütün bu cinayetler olurken, herkes pustu, sindi. Tek sesini çıkaran Said Nursî oldu, o kadar. (Yeni Devir, 9 Ocak 1981)

DEVRİMCİLER NUR KALESİ ÖNÜNDE GERİLEDİ

Tanzimattan beri her hisarı deviren teceddüt dalgası ilk defa olarak Nur kalesi önünde geriler. Bu emekleyen, bu kekeleyen yığın, devrim yobazları için bir yüz karasıdır. Düşünmezler ki kendi yüz karaları bu. Nurcuları yok farz etmek, gaflet. Nurcular aralarında kendi hayatlarına devam edebilirler. Ama kökünden kopmak kimseye mutluluk getirmez. Aydının görevi fildişi kulesini yıkarak bu mazlum kitleyi muhabbetle bağrına basmak, acısını anlamaya çalışmak. Said  Nursî, bir kavga adamı. Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç, tefekkürden çok iman. Deccal karşısında imanın remzi, işareti, Mü’minin duruşunu temsil eden asil bir semboldür.

Erken tanısaydım hayatım değişirdi

“Said Nursî bir havaridir. Bir mücahiddir. Bir dünya görüşünün yayıcısıdır. Bu dünya görüşüne katılsın katılmasın her namuslu insanın vazifesi; bu toprağın bağrından fışkıran, selâbet, metanet, ciddiyet ve samimiyetini asırların imtihanından geçerek ispat etmiş bulunan İslâmî düşünceleri tamim ve neşr etmektir. Said Nursî`yi çok geç tanıdım. Şayet kendisini ilk gençlik yıllarımda tanımış eserlerini tetkik etme imkânını bulsaydım hayatımın akışı, yaşayış tarzım bambaşka olurdu.”

Cemil Meriç kimdir?

12 Aralık 1916 tarihinde Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde dünyaya gelen Cemil Meriç, yedi yaşına kadar Antakya’da yaşamıştır. Liseyi İstanbul Pertevniyal’de bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe eğitimi alır. Bu sırada Nazım Hikmet ile tanışır. 1937’de İskenderun’a döner. Burada bir müddet öğretmenlik ve tercüme işleriyle uğraşır. 1940’ta tekrar İstanbul Üniversitesine dönerek Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünde tahsil görür. Elazığ’da (1942-1945) ve İstanbul’da (1952-1954) Fransızca öğretmenliği yapmıştır. Bu dönemden başlayarak hayatın son demlerine kadar gazete ve dergilerde yazılar yazar. Yazılarının mühim bir kısmını kitaplaştırmıştır. 1983’te eşi Fevziye Hanımın vefatının ardından kendisi de 1984’te önce beyin kanaması ardından felç geçirerek 13 Haziran 1987’de vefat etmiştir.

Eserleri:

İlk telif eseri Balzac üzerine küçük bir incelemeydi. “Hint Edebiyatı” (1964) daha sonra “Bir Dünyanın Eşiğinde” başlığıyla iki kez daha basıldı. Saint-Simon, İlk Sosyolog İlk Sosyalist, 1967’de çıktı. 1974’ten sonra yayınlanan kitapları şunlardır: Bu Ülke (1974), “Umrandan Uygarlığa” (1974), Mağaradakiler (1978), Kırk Ambar (1980), Bir Facianın Hikâyesi (1981), Işık Doğudan Gelir (1984), Kültürden İrfana (1985). Fransız edebiyatından yaptığı çevirilerin yanı sıra, Uriel Heyd’in Ziya Gökalp, Türk Milliyetçiliğinin Temelleri (1980), Thornton Wilder’ın Köprüden Düşenler (1981) ve Maxime Rodinson’un Batı’yı Büyüleyen İslâm (1983) adlı eserlerini de Türkçe’ye kazandırdı.

Okunma Sayısı: 893
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı