"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

“Ben Nûşirevan’dan daha âdilim”

15 Ocak 2012, Pazar
Adalet ve hakkaniyet terazisinin tartısını titizlikle kullanmakta temayüz etmiş, adaleti isminin önüne mümeyyiz bir sıfat olarak nakşetmiş, İslâmın ikinci halifesi Hz. Ömer’in (ra) adaleti, yönetimi altındaki insanlara saadet ve huzur iklimini yaşattığı gibi, kendinden sonra gelen idarecilere de numûne-i imtisâl olarak eşsiz fazilet örneklerinin tarihe altın harflerle yazılmasını netice vermiştir.

Modern hukukta yer alan kanun hakimiyeti, hukukta eşitlik, adaletin hızlı bir şekilde tecellisi, mahkemelerin tarafsızlığı, mülkiyetin şahsın tasarrufunda olması ve korunması, yönetenin zulüm ve hataya düşmemesi için yönetilen tarafından denetlenmesi gibi birçok hak ve hürriyete, beşeriyetin nice kanlı mücadele ve acıdan sonra ulaşabildiğini nazara aldığımızda İslâmın hayata geçirildiği o saadet dönemlerinde hepsinin bir arada nasıl da kolay yürüdüğünü görüp hayretler içinde kalmaktan kendimizi alamıyoruz.
İşte Hz. Ömer (ra) dönemine ait onlarcası bulunmakla beraber nakledeceğimiz kıssanın özelliği insan hak ve hürriyetlerinin kutsallığı ve dokunulmazlığını halifenin sadece bir cümle içinde nazara vermesinden ötürü hem çok farklı hem de çok kıymetli ve çok ibretli olmasındandır. Hadise nedir ve halife bu sözü kime neden söylemiştir, tesiri ve sonucu nasıl olmuştur? Bir cümlelik mektupla adalet nasıl tecellî eder? Okuyup görelim:
Halifeliği zamanında Şam Valisi bir cami yaptırmak için seçtiği bölgenin etrafındaki arazileri bedellerini ödeyerek istimlak ettirmişti. Burada bir Yahudinin evi de vardı ve o evini satmaya rıza göstermemişti. Fakat bedeli fazlasıyla ödenerek bir nevî zoraki onun da evi arsaya katıldı. Fakat Yahudi bu yapılandan hoşnut olmayacak ve dâvâcı olarak Medine’ye, valiyi şikâyet etmek üzere halifenin huzuruna gelecekti. Fakat medhini çok duyduğu ve hayalinde canlandırdığı halife ile karşısında gördüğü arasında büyük farktan dolayı bir an hayal kırıklığına uğradı, çünkü halifenin ne sarayı ne de üstünde hükümdarlık alâmeti şaşaalı kıyafetler vardı. O azametli Şam Valisi’nden hakkını bu adam mı alacaktı (!) Fakat bunca yolu geldikten sonra hâlini arz etmeden geri dönmek de olmazdı.
Söyledi, anlattı. Bunun üzerine halife bir kemik parçası üzerine valiye hitaben: “Allah’a yemin ederim ki ben Nûşirevan’dan daha âdilim” diye yazarak Yahudi’ye verdi. Yahudi de bir fırsatını bularak mektubu Şam Valisine vermeyi başardı. Başardı başarmasına, ama mektubu okuyunca valideki bin türlü özür, gönül alma, hatasını affettirme gayretini görünce şaşkınlık ve hayretten kendini alamadı. Mektupta yazan neydi? Vali ne için bu kadar telâşlanmıştı? Yahudi: “Eğer bu mektubun manasını ve telâşınızın mahiyetini anlatırsanız hakkımı size helâl edeceğim” dedi.
Bunun üzerine vali de anlatmaya başladı: “İslâmiyetten önce halifenin de bulunduğu birçok tüccarla İran’a gitmiştik. Dönüş yolunda Nuşirevan’ın oğlu Mirza Hürmüzan iki yüz devemizi gaspetti. Biz şikâyetçi olduk. Ancak tercüman söylediklerimizi eksik aktarmış olmalı ki bize biner dinar bahşiş verilerek saraydan uzaklaştırıldık. Bize yapılan muameleden razı olmamıştık, çünkü dilenci durumuna düşmüştük. Dinarları geri verdik asıl istediğimiz, haksızlığa uğradığımızın kabul edilmesiydi. Şah tercümanın oyununa gelip yanlış hüküm verdiğini anlamakta gecikmedi. Tercümanı derhal idam ettirdi ve yeni bir tercüman vasıtasıyla meselenin aslına vakıf oldu. Sonunda her birimize bir önceki bahşişin iki mislini verip develerimizin de iadesini temin ettikten sonra saraydan ayrılmamıza müsaade verdi, ancak sarayın sol kapısından çıkmamızı emretti. Çıktığımızda bir adamın darağacına asıldığını ve suç yaftasında Arapça şu ibarelerin yer aldığını gördük: “Memleketimizdeki ahalinin ve diğer memleketlerden gelip ticaretle meşgul olanların can, mal ve ırzını korumak kanunumuzun gereği ve boynumuzun borcu olduğu halde Nuşirevan’ın büyük oğlu ve veliahdı Mirza Hürmüzan, memleketimizde ticaret yapmakta olan Arapların iki yüz devesini gasp ile ülkenin asayişini bozduğu için görenlere ibret olsun diye asılmıştır.”
İşte Hz. Ömer’in (ra) valiye hatırlattığı hadisenin ibret boyutu. Hak din üzerine olmadığı halde hakkaniyete böylesine bağlı Nuşirevan’ın adaleti mi, yoksa İlâhî kanunlarla hak ve hürriyetin sınırlarıyla şekillenen Hz. Ömer’in (ra) adaleti mi daha üstündür? Adalet ve eşitliğe riayet dinimizin emriyken, bizim buna uymamız daha münasip değil midir? İslâm idaresi altındaki bir ‘zımmi’nin hakkını gasp etmenin hem dünyada hem ahirette cezasız bırakılacağını mı sanıyorsun, hakkı yerine getirmede bir Müslüman idareci olarak benim buna duyarsız kalacağımı mı zannediyorsun?... demiştir, demek istemiştir bu cümle içinde halife. Valiye bunları hatırlatmıştır. Kendi şahsî görüşü veya temayülüyle değil İslâmın kesin hükümlerinin kılıncıyla valinin zulmünün önüne geçmiştir, eğer kendisi şaşarsa milletin de kendisini böyle düzelteceğini bilen halife.
Bunları dinleyen Yahudi ne mi yapmıştır? “Dininizin yüce bir din olduğunu, kanunlarınızın da tamamen adalet ve insafa dayandığını bizzat gördüm. Artık Müslümanlığın doğruluğundan şüphem kalmadı. Arsamı Müslümanların faydalanması için size hibe ettim” demiş ve Kelime-i Şahadet getirerek Müslüman olmuştur. 1
İşte asırlar boyu maddî fetihlerin içinde manevî fetihler bu anlayışla yapıldı. Üstad Bediüzzaman’ın söylediği gibi sair dinlerin müntesipleri bu satırlarda sadece bir örneği görülen Yahudi gibi İslâmiyete fevc fevc bu doğruluk örnekleriyle dehalet etti. Yoksa dünyevî bir devlet kurma amacıyla açıklansa 622’de henüz bir şehir devleti görünümünde olan İslâm Devletinin, Hz. Peygamber devrinde bütün Arap Yarımadasını ve Hicret’ten sadece 12 yıl sonra Hz. Ömer (ra) devrinde Suriye, Kudüs, Irak, Bağdat, Mısır, İran gibi beldelerdeki hâkimiyetini—hem de Bizans ve Acem gibi devrin süper güçleri ve itikadlarında inatçı kavimlerinin varlığına rağmen—kuru bir cihangirlikle izah etmenin imkânsızlığını tarihin kendi kronolojik seyri bile ortaya koymakta ve nakzetmektedir.  

Dipnot:
1- Yaşar Kandemir’in “Örneklerle İslâm Ahlâkı” adlı kitabından özet ve istifade edilerek aktarılmıştır.

ZEYNEP ÇAKIR
[email protected]
Okunma Sayısı: 3615
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • mustafa yılmaz

    11.5.2012 00:00:00

    Bu olay kimler arasında geçtiği meçhuldür. En azından yukarıda zikredilen kişiler arasında geçmedği muhakaktır. Zira Nuşirevan M.579 tarihinde vefat etmiş. Hz. Ömer Fil Olayından 13 sene sonra m.583, Amr İbn. As ise fil olayından 22 sene sonra yani m.592 tarihinde vefat etmiştir. Dolayısıyla Nuşirevan öldüğünde diğerleri daha hayatta bile değillerdi. Ayrıca Peygamberimizin Nuşirevan hakkında söylediği iddia edilen sözlerde gerçek olma ihtimali düşüktür. Kütübüs sitte de böyle bir hadis yoktur. Şüphesiz ben adil bir hükümdar zamanında doğdum şeklinde. Bu söylentiler İranlıların Nuşirevanı yüceltmek için uydurduğu şeyler olsa gerek. Zira İmamı Gazalinin bazı kitaplarında da Nuşirevan çok övülür. Hatta sanki müslümanmış gibi. Bu olay Hz. Ömer ve Amr İbn As ile başka bir Sasani hükümdarı arasında olma ihtimali de çok düşüktür. Zira Hz. Amr 592 tarihinde doğduysa ve ilk müslümanlardan birisi Hz. Ömer’dir Nübüvvette 610 tarihinde geldiğine göre Hz. Amr o tarihte 17-18 yaşındadır. Bu olay en son bu tarihte olabilir. Dolayısıyla 17-18 yaşında bir çocuğun irana gidebilmesi de düşük bir ihtimaldir.

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı