Yetmişli yılların ortasıydı. Bir gün babam evimize küçük bir masa getirdi. Bu formikadan yapılmış kanatlı bir masaydı. Kapalı hâliyle köşede duran küçük bir masa, iki kanadını kaldırınca on iki kişilik koca bir masa oluyordu. Masamızı çok sevmiştik. Yer sofrasından masaya terfi etmiştik.
Yemek vaktinde, divanın önüne, kırıntılar dökülmesin diye, önce yere bir sofra bezi serilir, sonra üzerine masa getirilirdi. Masanın kanatları itinayla açılır, altına ayakları yerleştirilir, kenarına da oturmak için sandalyeler dizilirdi. Misafirin bir öğün bile eksik olmadığı soframızda, neşeli, bereketli, kalabalık yemekler yenirdi. Ayrıca biz evin çocukları, ödevlerimizi kanatlı masamızın üzerinde gene birlikte yapardık. O zamanlar çocukların özel odası, özel masası yoktu.
O zamanlar zigon sehpalar da yoktu. Çaya gelen misafirler de, kanatlı masamızda ağırlanırdı. Kömür ateşiyle yakılan semaver, masanın ortasına konur, masanın etrafında muhabbetle yapılan, koyu sohbetlerle içilen çayların tadı bir başka olurdu.
Yazın öğlene kadar uzayan gözlemeli, melemenli, neşeli kahvaltılar, kışın geç vakitlere sarkan akşam yemekleri, hep o masada yenirdi.
Ara ara amcalar, halalar, teyzeler, dayılar, enişteler, kuzenler otururdu o masa etrafında.
Aradan zaman geçti. Bizler büyüdük. Önce ablam evlendi. Masamıza bir damat eklendi. Sonra ağabeyim evlendi. Masamıza bir gelin eklendi. Düğün yemeği için akrabalarla beraber neşeyle sardığımız sarmalar gene kanatlı masamızda sarıldı. Düğün yemekleri yendi masamızda, dünürler ağırlandı.
Zamanla biz de evlendik. Yeni damatlar, yeni gelinler eklenmişti masamızın etrafına. Git gide kalabalıklaşıyorduk. Torunlar da oturmuştu masaya artık. Bazen bir defada sığamıyorduk masaya. Önce masamıza büyüklerimizi oturtuyor, onlar yemeklerini yedikten sonra biz yiyorduk masamızda.
Bu arada torunlar da çoğalıyor, büyüyor derken, önce babam ayrıldı masanın başından. Taziye yemekleri de kanatlı masamızda yendi. Babam Allah’ın rahmetine gitmişti, ama masamız hâlâ duruyordu. Derken ninem de ayrıldı masanın başından. Ama masa hâlâ sağlamdı.
Amcam, enişteler, teyzem bir bir ayrılıyorlardı masanın etrafından. Yani, masaya ilk oturanlar yoktu masanın etrafında. Ama masamız öylece duruyordu.
Büyüklerimizden en son da annem ayrılmıştı kanatlı masanın başından…
Annemin ayrılışıyla, kanatlı masada yenen neşeli yemeklere, muhabbetle içilen sıcak çaylara da ara verilmişti mecburen. Yaz tatiliyle sınırlı kalmıştı.
Artık bizler ailenin büyüğü, torunlar da gençleri olmuştu.
Yaz tatilinde annemin, annemsiz evinde toplandığımızda, on bir ay boyunca, annemin evinde dinlenen yorgun masamız, sanki hasretle kanatlarını açıyor bize. Sınırlı sürede de olsa kanatlı masamızda büyüklerimizi anarak, gene neşeli yemekler yeniyor. Sohbet dolu kahvaltılar yapılıyor birlikte.
Torunlar da evleniyor artık. Onların eşleri de, kanatlı masanın etrafındaki yerlerini alıyorlar, sevgiyle.
Ve şimdi dördüncü kuşak torunların, yani yeğenlerimin çocukları da oturmaya başladı kanatlı masamızın başına.
Kimler geldi, kimler geçti. Masamızın etrafındakiler değişti. Ama ona bir şey olmadı. Kanatlı masamız hâlâ duruyor.
Türkan sağun