"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Osmanlıca diye bir dil var mıdır?

24 Nisan 2011, Pazar
İnternette çeşitli gruplardan gelen postaları okurken bir arkadaşım, dinî muhtevalı yazı için şöyle demiş: “Lütfen yazınızı ‘Osmanlıca’ yazmayınız, çünkü bu tür yazıları anlayamıyorum.” Osmanlıca denilen metin de, Risâle-i Nur’dan bir pasaj. Baktım neyi anlayamıyor diye.
Cümlenin gelişinden çok kolaylıkla anlaşılabilecek bir iki kelime dışında kullanılan bütün kelimeler Türkçe. Anlaşılmayacak hiçbir şey yok. İlkokula gitmemiş olan biri bile anlar. Peki, sorun nedir? Bazı insanlar niçin özellikle Risâle-i Nur’u anlamadıklarını söylüyorlar?
Efendim, sorun, dilimize karşı suikast planlamış uydurukçacıların yıllardır yaptığı tahribat. Ne yazık ki bu konu üzerinde yeterince durulmadığı için kandırılıyor, adeta oltaya takılan balığa benziyoruz. Ben edebiyatçı değilim, lâkin bu konuda da büyük yanlışlıklar yapıldığını fark edebiliyorum. İşin doğrusunu ifade etmek için ne yazık ki yeterli çalışmalar yok.
Bir kere “Osmanlıca” diye bir dil yoktur. Bunu aynen “Güneş Dil Teorisini” uydurdukları gibi uydurmuşlar. Peki, Osmanlı Devletinde hangi dil konuşulurdu?
Cevap: Devletin resmî dili de, halkın çoğunluğunun kullandığı dil de Türkçe’ydi. Bu kadar basit.
Olsa olsa çeşitli bölgelerde kullanılan lehçeler söylenebilir. Fakat bunların tamamı da Türkçe’nin lehçeleridir. Çıkarılan fermanlar, yazılan resmî yazılar hep Türkçe idi. Devlet kapısında derdini anlatabilmek için Türkçe konuşmak gerekiyordu. Lâkin halk kendi anadilini konuşuyor, eğitim ve öğretim yapabiliyordu. Yani şimdikinden daha ileri bir düzeyde bulunuyorduk. Zira anadilde konuşma ve eğitim hakkı en önemli insan haklarından bir tanesidir.
Yalnız Karamanoğlu Mehmet Bey, halka zorla Türkçe konuşmayı emretmiştir. Bu bölgede yaşayan zavallı Rumlar, Ortodoks kaldıkları halde zaman içerisinde Rumca’yı unutarak tamamen Türkçe konuşmaya başladılar. Sonunda bunları mübadele adı verilen zorunlu tehcir ile Yunanistan’a gönderdik. Yunanlılar da zavallı kardeşlerimizi Türkiye’ye gönderdiler. Mübadele konusu bir hayli can yakıcı ve büyük bir insan hakkı ihlâli olduğu için bu hamur çok su götürür; o yüzden sadede dönelim.
Şimdi gelelim Türkçe sorunumuza. Niçin Türkçe yazılmış kitapları okuyamıyoruz? Sadece Bediüzzaman’ın kitaplarını değil, bir Namık Kemal’i dahi anlayamıyoruz, neden?
Çok kısa olarak ifade etmeye çalışırsak, şu gerçekler önümüze çıkacaktır.
1- Dinimizi ortadan kaldırmak isteyenler önce dil konusuna el atmışlar. “Bu milletin dilini değiştirirsek, yazılan bu kadar önemli eseri gençler anlayamaz ve biz de kendi materyalist düşüncelerimizi rahatlıkla empoze edebiliriz” diye düşünmüşler.
2- Maalesef büyük bir yıkım yapılarak belki de bin senedir kullandığımız alfabemiz ortadan kaldırılmıştır. Aynen Rusların diğer halklara yaptığı gibi yazılan milyonlarca eser bir anda okunamaz hâle gelmiştir. Malûmunuz Sovyet politikalarından bir tanesi, defalarca alfabe değişikliği yaparak bütün inanç sistemlerini ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Bu sayede Komünizmi genç beyinlere rahatlıkla aşılama imkânı bulmuşlardır. Bizde yapılan da bundan farklı bir usûl değildir.
3- Şu an kullandığımız alfabe Türkçe denilse de aslında Lâtin alfabesidir. Türkçeyle alâkası yoktur. Tamamen uydurmadır. Asıl alfabemiz şu “Osmanlıca“ adını verdikleri gerçek Türkçe alfabemizdir.
4- Kur’ân harflerinden meydana gelen Türkçe alfabemizin, denildiği gibi okuma ve öğrenme zorluğu yoktur. En kolay örneğini kendi yakınlarımdan verebilirim. Zira Lâtin harflerini okuyamadığı halde çok güzel Kur’ân okuyan o kadar çok insan tanıyorum ki. Demek ki okuma zorluğu Lâtin harflerinde de var idi ki, bir türlü sökemediler.
Maddeleri uzatmak mümkün. Hatta bu konuda kitap bile yazılabilir. Fakat kısa keserek “Şu dini kitapları niçin okuyamıyoruz?” sorusuna dönelim.
Bunun en basit cevabı tembelliğimizdir. Zira din bir ilimdir. Her ilmin kendisine mahsus bir terminolojisi vardır. Matematik öğrenmek için toplama, çarpma, bölme vs. kelimeleri bilmek şarttır. Keza fizik eğitimi için yerçekimi, elektrik, basınç gibi kelimelerin anlamlarını bilmek zorunluluğu vardır. O halde dinî eğitimimiz için farz, sünnet, hamd, şükür gibi kelimelerin anlamlarını bilmemiz gerekir.
“Yok, ben bunların Türkçesini isterim” diyorsanız zaten bu kelimeler Türkçeleşmişlerdir. Analarımız farz olan bir şeye başka bir kelime kullanmadılar ki. Veya sünnet için “Peygamber Efendimizin (asm) tavır ve hareketleri” demediler ki. Büyüklerimizden öğrendiğimiz bütün dinî kelimeler dinî terminolojiden alındığı gibi Türkçeleşmiştir. Ama “Benim dinle alâkam yok” diyen birisi için çok yabancı kelimeler olduğu açıktır.
Kur’ân, Arapça lisanı ile indirilmiştir. Dolayısı ile dinî terminolojinin çok büyük bir kısmı Arapça’dır. Ne yapıp edip Arapça’yı değil, ama dinimizle ilgili kelimeleri öğrenmek zorundayız. Yoksa dinî kitapları okuyamaz, anlayamayız vesselâm…
 
Vehbi Horasanlı
Okunma Sayısı: 5278
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı