"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İlâhiyatçı Dr. Osman Tekin: İstibdat çürütür, şûrâ yaşatır

31 Aralık 2025, Çarşamba 04:47
Dr. Osman Tekin, istibdadın toplumu çürüten bir zehir olduğunu, şûrânın ise insan fıtratına uygun tek yönetim ahlâkı olduğunu ifade etti.

Ankara - Yasir Özer

Yeni Asya Vakfı Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi’nde iki haftada bir düzenlenen “Devlet ve Demokrasi” temalı akademik seminerler kapsamında, geçen haftanın misafiri İlahiyatçı Dr. Osman Tekin oldu. Zehra Vakfı gönüllülerinden olan Tekin, “Demokrasinin Ötesinde: Kur’ân’ın Şûrâ Modeli” başlıklı konuşmasında, şûrâ ilkesini şahıs–toplum–yönetim hattında ele alarak güncel tartışmalara temas eden bütüncül bir çerçeve sundu.

Kâinat sarayının mükerrem misafiri

Konuşmasına, meselenin hedefini ve istikametini belirleyen temel sorularla başlayan Tekin, “Şûrâ, istişare, meşveret ve müşâvere denince ne anlıyoruz? Şûrâ neden önemlidir? Bunun pratiği var mıdır? Şûrâ bize ne kazandırır? Karşıt kavram olarak istibdat nedir? Ne gibi zararlar ve sonuçlar doğurur?” diyerek ele alacağı konunun çerçevesini çizdi. Bu soruların yalnızca teorik bir tartışmaya değil, doğrudan insanın yaratılışı ve sorumluluğuna temas ettiğini vurgulayan Tekin, insanın yaratılışı itibarıyla hem yüksek istidatlara sahip, hem de ağır bir emanet yüklenmiş bir varlık olduğunu ifade etti. Cenab-ı Hakk’ın insanı ism-i âzamına mazhar, bütün esmasına câmi bir âyine olarak yarattığını; kâinatı emrine verdiğini ve dağların, yerin ve göğün çekindiği emaneti ona yükleyerek yeryüzünde halife kıldığını hatırlattı. Bu yönüyle insanın, kâinat sarayının en mükerrem misafiri, en mesuliyetli nazırı ve ahsen-i takvîm üzere yaratılmış en şerefli mahlûk olduğunu belirtti.

Tek akıl, felâkete sürükler

Devamında Tekin bu yüksek konumun, insanın başıboş bırakıldığı anlamına gelmediğini, bilâkis insanı, yönetmeye, düzen kurmaya ve adaleti ayakta tutmaya muhtaç hale getirdiğini ve tam da bu noktada temel bir soru olarak “İnsan neden yönetime muhtaçtır ve neden tek akla dayanan yönetimler insanı felâkete sürükler?” sorusunun ortaya çıktığını söyledi. Bu soruya cevap verirken Tekin, şûrânın değerinin doğrudan adaletle bağlantılı olduğunu vurguladı. İnsanda bulunan kuvve-i şeheviyye, kuvve-i gadabiyye ve kuvve-i akliyye gibi güçlerin, insanın terakkîsini temin etmek için belli ölçüde serbest bırakıldığını; ancak bu serbestiyetin, kontrol altına alınmadığında muamelâtta zulüm ve taşkınlık riskini de beraberinde getirdiğini ifade etti ve “Bu sebeple adaletin korunabilmesi için şahsî akılların üstünde işleyen küllî bir akla ihtiyaç vardır; bu küllî akıl ancak kanun şeklinde tezahür eder ve hakikî mânâda adaleti temin eden böyle bir kanun da ancak şeriat olabilir.” dedi.

Adalet, dengedir

Adaletin yalnızca bir hak dağıtımı olmadığını, asıl anlamının istikamet, denge ve orta yolu muhafaza ederek her şeyi yerli yerine koymak olduğunu dile getiren Tekin, Nisâ Sûresi 135. ayetin bu hakikati açıkça ve güçlü bir vurgu ile ortaya koyduğunu hatırlattı: “Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun…”

İstibdata karşı şûrâ

Dr. Tekin, İslâm’ın temel hedefleri arasında kabul edilen zarûrât-ı hamsenin (dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunması) şûrâyı zorunlu kıldığını belirtti. Bu değerlerin korunabilmesi için kişinin kendisini ve çevresini ilgilendiren konularda hürriyete ve söz hakkına sahip olması gerektiğini ifade ederek, şûrânın bir “lüks” değil, hakların teminatı olduğunu söyledi. Buna karşılık istibdadın ise tek kişinin, başkaları adına keyfî ve cebrî karar vermesi anlamına geldiğini ve bu sebeple reddedildiğini dile getirdi.

Şûrânın maksadı

Tekin, şûrânın dar anlamda bir “danışma” tekniği değil; hakikati ve isabeti hedefleyen bir ortak akıl süreci olduğunu vurguladı. Şûrâ kelimesinin Arapça “ş-v-r” kökünden geldiğini, bu kökün balın peteğinden süzülerek özünün çıkarılmasına işaret ettiğini hatırlatarak, şûrânın maksadının sadece “çok seslilik” değil; hikmetli sonuca ulaşmak olduğunu ifade etti.

Şûrâ, mü’minin vasıflarındandır

Kur’ân’da bir sûrenin adının Şûrâ olmasıyla, bu ilkenin İslâmî düşünce ve toplumsal yapı içindeki merkezî konumunun bilhassa vurgulandığını belirten Tekin, mümin toplumu tanımlayan “Onların işleri aralarında şûrâ iledir” (Şûrâ, 42/38) ayetinin, şûrâyı tali bir tercih değil, kurucu bir ilke olarak ortaya koyduğunu ifade etti. Bu önemin bir başka tezahürünün de vahiy alan bir peygambere dahi istişarenin emredilmesi olduğunu dile getiren Tekin, “Ve emruhum şûrâ beynehum” “İş konusunda onlarla istişare et” (Âl-i İmrân, 3/159) ayetini hatırlatarak bu ayetin, istişarenin müminlerin ayırt edici vasıflarından biri olduğunu açıkça teyit ettiğini söyledi.

Kur’ân, istişareyi öğretiyor

Allah’ın meşverete muhtaç olmaktan münezzeh olduğunu; ancak Kur’ân’daki diyalog üslûbunun (Allah dedi–melekler dedi gibi) insanlara istişare ve karşılıklı konuşma ahlâkını öğretmeyi hedeflediğini belirten Tekin, bu çerçevede Âl-i İmrân Sûresi 159. ayetin yalnızca ‘danış’ emrini vermekle kalmayıp, yönetim dilini ve ahlâkını da tayin ettiğini; yumuşaklık, affedicilik, bağışlanma talebi, istişare, azim ve tevekkül sıralamasının şûrânın merhamet ve güven ikliminde işletilmesi gerektiğini açıkça gösterdiğini ifade etti.

İstişaresizliğin sonu istibdattır

Tekin, istişarenin terk edilmesinin istibdada yol açtığını; istibdadın da sadece siyasal alanda değil, insan ilişkilerinde ve toplumsal dokuda korku, güvensizlik ve çürüme ürettiğini söyledi. İstibdadı; yönetimde baskı, tahakküm ve keyfîliğin hâkim olması, aklın ve fikrin susturulması olarak tanımlayan Tekin, Kur’ân’ın bu zihniyeti zulüm, tuğyân, istikbâr, cebbarlık, bağy ve ikrâh gibi kavramlarla mahkûm ettiğini ifade etti. Kur’ân’ın zulme karşı çizgisini hatırlatarak şu uyarıyı merkeze aldı: “Zulmedenlere meyletmeyin; yoksa size ateş dokunur.” (Hûd, 11/113)

İstibdat, öldürücü zehirdir

Konuşmasında Risale-i Nur perspektifine de yer veren Tekin, Bediüzzaman Said Nursî’nin istibdadı; zulmün temeli, insaniyetin mahvedicisi, toplumun kabiliyetlerini körelten öldürücü bir zehir olarak değerlendirdiğini aktardı. İstibdadın şevki kırdığını, kabiliyetleri gonca hâlinde bıraktığını; korku ve zorbalığın, kişiliği zayıflatarak dalkavukluk ve yalana zemin hazırladığını söyledi.

Fıtrat, zorbalığı reddeder

İnsan fıtratını zorlayan hiçbir siyasetin kalıcı olamayacağını vurgulayan Tekin, fıtratın kendisine aykırı olanı reddettiğini belirtti. İslâm’ın yöneticiye yönetimi tek başına istibdat yoluyla elinde bulundurma hakkını veren bir nazariyeyi kabul etmediğini; “Sen onlar üzerinde bir cebbar (zorba) değilsin” ayetinin de gösterdiği üzere, Peygamber dâhil hiç kimse insanların vasisi, bekçisi ve zorbacı bir müstebit olamayacağını ifade etti.

Zaman cemaat zamanıdır

Buna karşılık şûrânın, “Zaman cemaat zamanıdır” vurgusuyla şahs-ı manevî fikrini güçlendirdiğini belirten Tekin, tek ferdin dış etkilere daha açık; ortak aklın ise daha dirençli olduğuna işaret eden yaklaşımın, günümüz toplumsal karmaşıklığı içinde daha da anlam kazandığını söyledi. Tekin, medreselerin çöküşünün ilmin zayıflığından değil; ilmin ruhunu boğan istibdattan kaynaklandığını ifade ederek, ilme hizmet etmesi gereken kimi kimselerin meylü’l-ağalık, meylü’l-âmiriyet ve meylü’l-tefevvuk gibi nefsanî temayüllerle hareket ettiklerini; ilmin şanına yakışan teşvik, irşat, nasihat ve lütfu terk ederek ilmi, hakikati tebliğ eden bir rehber olmaktan çıkarıp kendi tahakkümlerine vasıta kıldıkların söyledi. Böylece istişarenin susturulduğunu, ehliyetin yerini itaatkârlığın aldığını ve ilim hürriyetinin kaybolduğunu vurguladı. “İlim, hürriyet ve meşveretle yaşar; baskı ve cebirle ise sadece ilim müesseseleri değil, bizzat ilmin kendisi çökertilir. Bu sebeple istibdad, medreseleri dıştan değil; içten içe öldüren en tehlikeli hastalık olmuştur” dedi.

Hâkimiyet Allah’a aittir

Demokrasinin, hâkimiyetin kaynağını halka veren ve meşruiyetini çoğunluk iradesinden alan beşerî bir sistem olduğunu söyleyen Tekin; buna rağmen modern deneyimde çoğunluk tahakkümü, çıkar grupları ve değerlerden kopuk siyaset gibi sıkıntıların ortaya çıkabildiğini belirtti. Şûrânın ise hâkimiyetin Allah’a ait olduğu ilkesinden hareketle, bu yetkinin emanet ve sorumluluk bilinciyle nasıl kullanılacağını tarif ettiğini ifade etti. Şûrânın ehliyet, adalet ve maslahat esasına dayanan kuşatıcı bir ilke olduğunu; yalnızca devleti değil, aileden topluma kadar hayatın bütün alanlarını düzenleyen ahlâkî ve hukukî bir çerçeve sunduğunu vurguladı.

Krizler, adalet ve ortak akıla muhtaç

Tekin, İslâmî açıdan belirleyici olanın, sistemin adı değil; adalet, eşitlik, hürriyet, ehliyet ve şûrâ ilkelerinin korunması olduğunu, şûrâ heyetinin üye sayısı, süresi, sınırları ve bağlayıcılığı gibi konuların ise şartlara göre esnek biçimde düzenlenebileceğini; donuk ve şabloncu modellerin hayatın değişkenliğiyle çatışacağını ifade etti. Programın sonunda Dr. Osman Tekin, şûrânın ferdî, ailevî ve idarî kararlarda hatayı asgarîye indiren güveni, adaleti ve ortak aklı önceleyen ilahî bir rehber olduğunu vurguladı ve bugün yaşanan siyasal ve toplumsal krizlerin, insanlığın yalnızca daha fazla güç ve yetkiye değil; daha fazla hikmet, adalet ve ortak akla muhtaç olduğunu gösterdiğini belirterek konuşmasını tamamladı.

Okunma Sayısı: 147
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı