"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İslâmiyet’in verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var

03 Temmuz 2020, Cuma
Milliyetçilik: Menfî ve müsbet - 1: Herkes milletini sever

Geride bıraktığımız yüzyılda milliyetçilik dört ana kategoride toplanmıştır: Liberal milliyetçilik, muhafazakâr milliyetçilik, yayılmacı milliyetçilik ve antiemperyalist milliyetçilik. 

Halen de dünyada mevcut olan bu milliyetçilik çeşitleri kısaca şöyle açıklanabilir (www.miibf.com, www.tasam.org.tr): 1) Liberal milliyetçilik: Liberal milliyetçilik, milletin kendi kaderini tayin hakkına ve demokrasiye vurgu yapar. 1789 Fransız İhtilâli sonucunda ortaya çıkan milliyetçilik akımları genel olarak liberal milliyetçi karaktere sahiptir. 19.yy boyunca liberalizm ile milliyetçilik neredeyse aynı kavramlar gibi değerlendirilmiştir. Liberal milliyetçilik “self-determinasyon” ilkesini önemle savunur.  Bu anlayışta milletlerin kimliklerine saygı önemlidir. Fakat, Liberaller genel yapıları icabı, milliyetçilikten çok milletler arası yapıya önem verirler. Bunun yanında ulus-devlet sisteminin sürekli olmasından korkmuşlardır. Çünkü, liberal milliyetçiler için birinci öncelik “özgürlüklerin önündeki engellerin” ortadan kaldırılmasıdır. 2) Muhafazakâr milliyetçilik: Muhafazakâr milliyetçilik, kamu düzeni ve sosyal uyumu ön plana çıkarmakta ve geleneksel değerleri muhafaza çabasına düşmektedir. Muhafazakâr milliyetçilik, 19.yy sonlarında hayat bulmuştur. Muhafazakâr milliyetçilere göre “self-determination” ilkesinden çok “yurtseverlik” ilkesi önemlidir. Bu grup milliyetçiler için, millet “aynı hayat tarzında yaşayan, benzer özellikler gösteren” bir topluluktur. Milliyetçilik, muhafazakârlar için gelenekselci bir anlayışla ele alınmıştır. Var olan kurumların, yapıların ve değerlerin korunması ilke edinilmiştir. Muhafazakâr milliyetçi anlayış “yerleşik yapılı milletler”de hayat bulur ve “devrim ya da millet inşası gibi revizyonist” karakterde kendini göstermez. Aslında, statükoyu tehdit eden her şeye cephe alma refleksi muhafazakâr milliyetçilerde vardır. Muhafazakâr milliyetçiler, yayılmacı milliyetçilik kadar olmasa da “içe dönük ve ayrılıkçı” karakter taşırlar. 3) Yayılmacı milliyetçilik: Yayılmacı milliyetçilik, liberal milliyetçiliğin antitezidir. Emperyalist yayılmacılığı ve milletler arasındaki eşitsizliği meşrûlaştırmak için geliştirilmiştir. Milliyetçilik türlerinde arasında en radikal ve saldırgan olanı, yayılmacı olanıdır. Liberal milliyetçiliğin tam zıttı bir karakter taşır. Yapısı itibari ile “statüko karşıtı” “revizyonist” bir karakterdedir. Avrupa’nın, Afrika’yı kolonileştirdiği 19.yy sonlarında hayat bulmuştur.

Birinci Dünya Savaşı’na bu atmosferle girilmiştir. Yayılmacı milliyetçilikte demokratik değerlerin hiçbir anlamı yoktur. Buna göre diktatörlük en uygun yönetim biçimidir. Yayılmacı milliyetçilik, nasyonel-sosyalist ve faşist yönetimlerde kendisini gösterir. 4) Antiemperyalist milliyetçilik: Antiemperyalist milliyetçilik, sömürge yönetimlerine karşı dayanışma duygusu geliştirilmesi için ateşlenmiş millî kimlik arayışını ifade etmektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Afrika’daki milletlerin bağımsızlık mücadelesini kapsayan milliyetçilik türüdür.

“Self-determinasyon” ile düşünüldüğünde liberal milliyetçiler bu milliyetçiliğe olumlu yaklaşırlar. Fakat, “millî kurtuluş” teması ideolojik olarak liberallere dayandığı kadar ekonomik olarak “emperyalizmden kurtulma” fikrini de ihtiva ettiği için “Marksizm ve Leninizm”den destek almıştır. Milliyetçilik ve Sosyalizm temelde çatışmasına rağmen bazı toplumlarda “milliyetçi sosyalizm” anlayışı ortaya çıkmıştır.

BEDİÜZZAMAN‘A GÖRE MİLLİYETÇİLİĞİN TASNİFİ

Bediüzzaman “fikr-i milliyet“ olarak kavramlaştırdığı milliyetçiliği iki anlamda ele alır: Menfî milliyet ve müsbet milliyet. Bediüzzaman’ın eserlerine atıf yaparak bu iki çeşit milliyetçilik ile ilgili görüşleri aşağıda açıklanacaktır. Bediüzzaman’ın eserlerinde “milliyetçilik” kavramına rastlanmaz, genelde “milliyet” ve “milliyet fikri (fikr-i milliyet)” kavramı kullanılmıştır. Biz bunu “milliyetçilik” anlamında değerlendiriyoruz. 1) Menfî milliyet Bediüzzaman’ın “menfî milliyet”, olarak kavramlaştırdığı görüş, kendi milletinin diğer milletlerden “üstün” olduğunu iddia etmekten kaynaklanan olumsuz ve zararlı milliyetçiliktir. Bu milliyetçilik anlayışı, ırkçılık unsurları taşır.

Menfî milliyetçilik bir çok yönden sakıncalı, olumsuz ve zararlıdır. 

Bediüzzaman, Mektubat isimli eserinde 3. Mebhas’taki 3. Mesele’de menfî milliyetçiliğin olumsuz yönlerini şöyle açıklar: “Fikr-i milliyet iki kısımdır. Bir kısmı menfîdir, şeametlidir, zararlıdır; başkasını yutmakla beslenir, diğerlerine adavetle devam eder, müteyakkız davranır. Şu ise muhasamet ve keşmekeşe sebeptir.” (Mektubat, s. 310)

Bediüzzaman menfî milliyetin zararları ile ilgili örnekler verirken Emevilerin ırkçılık yaptıklarından dolayı İslâm âlemini küstürdükleri gibi, kendilerinin de çok sıkıntı çektiklerini belirtir. 

Yine 3. Mesele’de Bediüzzaman, Emeviler ve diğer devletlerin menfî milliyetçilikten nasıl zarar gördüğünü şöyle açıklar: “Evet, menfî milliyetin tarihçe pek çok zararları görülmüş. Ezcümle, Emevîler, bir parça fikr-i milliyeti siyasetlerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâmı küstürdüler, hem kendileri de çok felâketler çektiler. Hem Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok ileri sürdükleri için, Fransız ve Alman’ın çok şeâmetli ebedî adâvetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki hâdisât-ı müthişe dahi, menfî milliyetin nev-i beşere ne kadar zararlı olduğunu gösterdi.

Hem bizde, iptida-yı Hürriyette, Babil Kal’asının harabiyeti zamanında ‘tebelbül-ü akvâm’ tabir edilen teşâub-u akvam ve o teşâub sebebiyle dağılmaları gibi, menfî milliyet fikriyle, başta Rum ve Ermeni olarak pek çok kulüpler namında sebeb-i tefrika-i kulûb, muhtelif mülteciler cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye kadar ecnebîlerin boğazına gidenlerin ve perişan olanların halleri, menfî milliyetin zararını gösterdi.” (Mektubat, s. 311).

Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasının temel sebeplerinden birisi de menfî milliyetçilikti. 

Çünkü Osmanlı İmparatorluğu çok milletli bir imparatorluktu ve her milletin Osmanlı’dan ayrılıp kendi devletini kurmasında en önemli faktör milliyetçilik olmuştur.

Bediüzzaman milliyetçiliğin bir derece normal karşılanabileceğini fakat “ifrat” derecesinde olmaması gerektiğini, 26. Mektup, 3. Mebhas, 6. Mesele’de şöyle belirtir: “ Menfî milliyette ve unsuriyet fikrinde ifrat edenlere deriz ki: Evvelâ: Şu dünya yüzü, hususan şu memleketimiz, eski zamandan beri çok muhaceretlere ve tebeddülâta maruz olmakla beraber, merkez-i hükûmet-i İslâmiye bu vatanda teşkil olduktan sonra, akvâm-ı saireden pervane gibi çokları içine atılıp tavattun etmişler. İşte bu halde Levh-i Mahfuz açılsa, ancak hakikî unsurlar birbirinden tefrik edilebilir. Öyle ise, hakikî unsuriyet fikrine hareketi ve hamiyeti bina etmek, mânâsız ve hem pek zararlıdır. 

Onun içindir ki, menfî milliyetçilerin ve unsuriyetperverlerin reislerinden ve dine karşı pek lâkayt birisi, mecbur olmuş, demiş: ‘Dil, din bir ise millet birdir.’ Madem öyledir. Hakikî unsuriyete değil, belki dil, din, vatan münasebâtına bakılacak. Eğer üçü bir ise, zaten kuvvetli bir millet; eğer biri noksan olursa, tekrar milliyet dairesine dahildir. 

Saniyen: İslâmiyetin mukaddes milliyeti, bu vatan evlâdının hayat-ı içtimaiyesine kazandırdığı yüzler faideden iki faideyi misal olarak beyan edeceğiz. Birincisi: Şu devlet-i İslâmiye yirmi otuz milyon iken, bütün Avrupa’nın büyük devletlerine karşı hayatını ve mevcudiyetini muhafaza ettiren, şu devletin ordusundaki nur-u Kur’ân’dan gelen şu fikirdir: ‘Ben ölsem şehidim, öldürsem gaziyim.’ Kemâl-i şevk ile ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek istikbal etmiş, daima Avrupa’yı titretmiş. Acaba dünyada basit fikirli, sâfi kalbli olan neferâtın ruhunda şöyle ulvî fedakârlığa sebebiyet verecek hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet onun yerine ikame edilebilir ve hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir?” (Mektubat, s. 314).

Bediüzzaman, herkesin kendi etnik kökenini bilmesi ve ifade etmesinin “menfî milliyetçilik” olmadığını, farklı etnik kökenli insanların birbirlerine düşman olmasının Avrupa’nın tuzağı olduğunu ve kendisinin bununla mücadele ettiğini şöyle açıklar: “Eğer derseniz, ‘sana Said-i Kürdî derler, belki sende unsuriyetperverlik fikri var, o işimize gelmiyor’. Ben de derim: Hey efendiler eski Said ve Yeni Said’in yazdıkları meydanda… Eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyetperverliğe, Avrupa’nın bir nevi Frenk illeti olduğundan, bir zehr-i katil nazariyle bakmışım. Ve Avrupa o Frenk illetini İslâm içine atmış, tâ ki tefrika versin, parçalasın, yutmasına hazır olsun diye düşünür. O Frenk illetine karşı eskiden beri tedaviye çalıştığımı, talebelerim ve bana temas edenler biliyorlar.” (Şuâlar, s. 398)

2) Müsbet milliyet

Bediüzzaman, “menfî” bile olsa, insanların milliyetçiliği bırakmalarının zor olduğunu ve onun için insanlara “milliyetçiliği bırakın” denilmesinin etkili olamayacağını şu ifadeleri ile savunur: “Hem fikr-i milliyette bir zevk-i nefsanî var, gafletkârane bir lezzet var, şeametli bir kuvvet var. Onun için şu zamanda hayat-ı içtimaiye ile meşgul olanlara ‘fikr-i milliyeti bırakınız denilmez’”. Bediüzzaman, insanlara “milliyetçiliği bırakın” demektense, onların milliyetçilikle ilgili yanlış istek ve çabasını iyiye kanalize ederek menfî milliyetçilik yerine müsbet milliyetçiliği tavsiye eder.

Müsbet milliyetçilik pozitif, olumlu ve faydalı milliyetçiliktir. Bu, maddî ve manevî açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışıdır. Bediüzzaman, müsbet milliyetçiliğin normal, tabii ve bazen de gerekli olduğunu, sosyal hayat gereği, insanın da yardımlaşma ve dayanışma için müsbet milliyete ihtiyacı olduğunu şöyle vurgular: “Müsbet milliyet, hayat-ı içtimaiyenin ihtiyac-ı dâhilîsinden ileri geliyor. Teavüne, tesanüde sebeptir; menfaatli bir kuvvet temin eder, uhuvvet-i İslâmiyeyi daha ziyade teyit edecek bir vasıta olur”.

Bediüzzaman, müsbet milliyetçiliğin din ve inanç yerine geçmemesi, aksine dine hizmet etmesi gerektiğini şöyle belirtir: “Şu müsbet fikr-i milliyet, İslâmiyet’e hâdim olmalı, kal’a olmalı, zırhı olmalı; yerine geçmemeli. Çünkü İslâmiyet’in verdiği uhuvvet içinde bin uhuvvet var; âlem-i bekàda ve âlem-i berzahta o uhuvvet bâki kalıyor. 

Onun için, uhuvvet-i milliye ne kadar da kavî olsa, onun bir perdesi hükmüne geçebilir. Yoksa onu onun yerine ikame etmek, aynı kal’anın taşlarını kal’anın içindeki elmas hazinesinin yerine koyup, o elmasları dışarı atmak nev’inden ahmakane bir cinayettir.” (Mektubat, s. 312)

SONUÇ

Sonuç olarak Bediüzzaman milliyetçiliği büsbütün reddetmiyor. Menfî ve müsbet olmak üzere milliyetçiliği iki çeşide ayırır ve ırka dayalı menfî milliyetçiliği reddederek İslâm milliyetini öne çıkarır ve tanışma, yardımlaşma ve dayanışma vesilesi olarak gördüğü müsbet fikr-i milliyeti kabul eder.

Okunma Sayısı: 9382
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı