Mevsim itibarıyla havalar ısındığı gibi, siyasî atmosfer de ısınıyor.
Gerçi mahallî seçimler sebebiyle bir kaç aydan beri bütün Türkiye ‘yüksek tansiyon’la yatıp kalkıyor, ama önümüzdeki günlerde bu tansiyon daha da yükselecek gibi...
Bunun sebebi, yaz ortasında cumhurbaşkanlığı seçiminin olması. Plan harici bir gelişme olmazsa, 2015’te de genel seçimler var. Arka arkaya yapılacak olan bu seçimler sebebiyle siyasetçilerin tansiyonu yükselmiş durumda. Seçim meydanları ve partilerin TBMM’deki grup toplantıları buna delil. Ekseriyetle, ağızlardan çıkan sözleri kulakları duymuyor. Bu gerginlik milleti de etkiliyor ve kırgınlıklara sebep oluyor.
Türkiye, önümüzdeki Ağustos ayında nasip olursa yeni cumhurbaşkanını seçmek için sandık başına gidecek. Cumhurbaşkanı seçimleri ülkemiz için her zaman sıkıntılı olmuştur. Bunun bir sebebi de, cumhurbaşkanını milletvekillerinin seçiyor olmasıydı. Artık cumhurbaşkanını millet seçeceği için, sonucu etkilemek isteyenlerin işi biraz daha zorlaşmıştır. İlk turda yüzde 50’nin üstünde oy alan cumhurbaşkanı olabilecek. Bu mümkün olmazsa, sonraki turda en çok oy alan Çankaya’ya oturacak.
Bugün yapılan tartışmalara bakılınca, başbakanın Çankaya’ya çıkmak istediği anlaşılıyor. Elbette bu niyet bugün ilân edilmiş değil. Yıllardan beri konuşulan ve tartışılan bir mesele. Başbakan, Çankaya’ya çıkmak istiyor, ama cumhurbaşkanı olarak değil de daha çok ‘Başkan’ olarak o makamda oturmak istiyor. Nitekim, “Ak Parti’nin 2015 planı” başlıklı bir haberde, “Haziran’a kadar daraltılmış bölge sistemi yasalaşacak. Ak Parti’nin vekil sayısını 25-30 civarında artıracak olan bu adım, Erdoğan’ı Köşk’teyken başkan yapacak” denilmiş. (Türkiye, 18 Nisan 2014)
Tabiî ki niyet ve planlar farklı olabilir, ama bunların ne ölçüde gerekleşeceğini bugünden bilemeyiz. Tartışmalarda dikkat çeken bir nokta da, kimin cumhurbaşkanı olacağının şimdiden belli, kesinleşmiş gibi bir havanın estirilmesidir. İki isim ön plana çıkıyor ve aralarında ‘anlaşarak’ birinin cumhurbaşkanı, birinin de başbakan olacağı kabul ediliyor. Oysa herkes bilir ki siyasette ‘bir gün’ dahi uzundur. Başka ihtimaller yokmuş gibi davranmak hatalıdır ve belki de milletin iradesine ipotek anlamı da taşır.
Geçmiş dönemlerde olduğu gibi, parti liderinin, başbakanın; cumhurbaşkanı olması sonrasında iktidar partisinde sıkıntılar yaşanabilir. ANAP’ta ve DYP’de böyle sıkıntılar yaşandı. Benzer sıkıntıların bundan sonra yaşanmayacağının garantisi var mı?
Başbakanın, “Bundan sonra “Terleyen bir cumhurbaşkanı olacak” ya da “Cumhurbaşkanı olursam bütün yetkilerimi kullanırım” anlamına gelen sözlerinden ne anlamak gerekir? Mevcut sistemde cumhurbaşkanına çok fazla yetkiler verildiği biliniyor. Tamamı kullanılırsa, başbakanla arasında ‘kavga’ çıkmaması mümkün değil ve böyle bir durumda da kaybeden Türkiye olur.
Cumhurbaşkanına çok fazla yetki veren mevcut anayasanın, 12 Eylül 1980 darbesine imza atanların eseri olduğu unutulmamalı. Bu yetkilerin fazla olduğu bugün tartışılmıyor. İlk günden beri benzer tartışmalar yapılıyor ve 12 Eylül anayasasının değiştirilmek istenmesinin sebeplerinden biri de budur. “Bu yetkiler bizim işimize yarar” şeklinde bir düşünce varsa, yanlış bir düşüncedir. “Bize yarıyor” diye darbe anayasasının savunulması doğru olmaz.
Türkiye, hem 12 Eylül anayasasından hem de gereksiz kavga ve tartışmalardan kurtulmalıdır. Adil olmayan yetkiyi kim kullanırsa kullansın doğru değildir. Türkiye’yi idare edenler, ilk iş olarak darbe anayasasından kurtulmayı düşünmüyorsa hata ediyor.
Gerek cumhurbaşkanlığı ve gerekse sonrasında yapılacak genel seçimlerin ‘kavga’sız ve millet menfaatine neticelenmesi en büyük temennimiz...