Bütün dünya koronavirüs salgınına karşı teyakkuza geçmiş ve bu salgını mağlûp etmek için çırpınıyor.
En az bu salgın kadar tehlikeli başka bir derdimiz daha var: Milletleri ‘sen’ ‘ben’ diyerek birbirinden ayırma, yani kutuplaştırma.
Başta siyasetçiler olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin dahi kutuplaşmayı teşvik eden beyanlara imza atmalarını ne ile izah edeceğiz? Hani, “Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez”di? Niçin, yüreklerin bir, beraber ve toplu vurması için değil de tam aksi için gayret gösteriliyor?
Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emre Erdoğan, Türkiye ve diğer ülkeleri etkileyen kutuplaşma meselesiyle ilgili önemli değerlendirmelerde bulunmuş ve şöyle demiş:
“(Toplumu) Kutuplaştığınız zaman sizin kendi doğrunuz doğru, diğerininki külliyen yanlış oluyor. Başkasının fikrini bilmediğimiz için de onun arkasındaki aklı anlayamıyoruz. Bu yüzden de oturup ortak sorunlarımıza ortak çözümler üretemiyoruz. Özellikle koronavirüste gördük bunu. (...) Benim çözümüm, senin çözümün diye iki ayrı çözüm kutusu içerisinden konuşursak ortak çözümümüz olamaz. Çünkü ‘başkası’nın çözümü olduğu zaman kabul etmiyoruz. Bu aklı ortadan kaldırdığınız için çok tehlikeli. Demokrasi dediğimiz şey ortak bir akılda oluşabilmemiz, ortak bir akıl yürütebilmemiz kutuplaşma bunu engelliyor ve diğer bütün ülkelerde de bütün âcil sorunlarda da bununla karşı karşıya kalacağız. (...) Sosyal medya buna çözüm olmuyor. Kendimize benzeyen insanlarla takılıyoruz ve hassas konuları tartışmaktan çekiniyoruz. (...) Bazılarımızı sevindiren olaylar, bazılarımız için utanç kaynağı olabiliyor. Yani bizim de kendimize dönüp bu kutuplaşmayla ilgili çözümler üzerine düşünmemizin zamanı gelmiş, geçiyor.”
Benzer bir tesbit de Kadir Has Üniversitesi’nin desteğiyle yapılan ‘Türkiye Eğilimleri Araştırması’ndan çıkmış. 2020 senesine ait sonuçları paylaşan araştırma ekibinin koordinatörü Prof. Dr. Mustafa Aydın, Türkiye’de siyasî kutuplaşma olduğunu düşünenlerin oranı yüzde 55,9 ile son 4 yılın en yüksek rakamına ulaşmış.
Böyle bir tablo karşısında “Her şey yolunda” tavrı sergilenebilir mi? Vatandaşın neredeyse yüzde 60’ının ‘siyasî kutuplaşma var’ dediği bir ortak noktalarda buluşulabilir mi? Peki, ‘yürekler toplu vurmadıkça’ “Büyük Türkiye” hedefine ulaşmak mümkün olur mu?
Türkiye’yi idare edenler insanları kutuplaştırıcı ve ayrıştırıcı değil, birleştirici ve bütünleştirici politikalar ortaya koymak durumundadır. “Kutuplaştırma bizim işimize yarıyor” diye düşünüyorlarsa bilsinler ki bu durum uzun dönem için onlara da fayda vermez. Nasıl ki ‘Keskin sirke küpüne zarar” aynı şekilde “kutuplaşmış bir millet” de uzun dönemde insanları kutuplaştıranlara da fayda vermez.
“Kutuplaşmayı kim durduracak?” sorusunun cevabını vermek kolay olmasa da, “Kutuplaşma mutlaka durdurulmalıdır” tesbitini yapmak hiç de zor değil. Akıl için yol bir, bunu bilelim...