CEVAP: Bazıları: “Her millet, herkes Allah’ı bilir. Onu daha yeni ders almaya ihtiyaç yok” diyerek Risale-i Nur’un iman üzerine yoğunlaşmasını uygun görmemektedirler.
Halbuki Allah’ı bilmek, yalnız “Allah vardır” demekle olmaz. O’nu bilmek; bütün kâinatı kapsayan Rububiyetine, yani terbiye ediciliğine, zerrelerden yıldızlara kadar küçük büyük her şeyin O’nun kudret ve iradesiyle olduğuna kesin iman etmek, mülkünde hiçbir ortağının olmadığa kat’î olarak kalben iman etmekle olur.
Yoksa “Bir Allah vardır“ deyip bütün mülkünü sebeplere ve tabiata isnat etmek, tabiatı ve sebepleri yaratıcı kabul etmek, isim ve sıfatlarını bilmemek, gönderdiği elçilerini tanımamak, emir ve yasaklarını dinlememek, yani; ibadeti terk edip haramları, büyük günahları serbestçe işlemek, imandan hissesi olmadığına delildir. Böyleleri, mutlak küfrün manevî Cehenneminin dünyadaki azabından kendini bir derece teselli etmek için bu sözleri söylerler.
Allah’a hakkıyla iman etmek, Kur’ân’ın ders verdiği gibi O’nu isim ve sıfatlarıyla tanımak, O’nu sevmek, elçileriyle gönderdiği emirlerini dinlemek, emre muhalefet ettiği zaman kalben tövbe ve istiğfarda bulunmak ile olur.
(Emirdağ Lâhikası, s. 176.)