Türkiye’nin AB’ye, AB’nin Türkiye’ye muhtaç olduğu aşikârdır. AB üyelik süreci her iki tarafın menfaatinedir.
Ancak her iki tarafta, AB – Türkiye ilişkilerini sabote etmeye çalışan unsurlar vardır. Her iki cenah akl-ı selimle hareket ederek bu unsurlara fırsat vermemesi gerekir.
Türkiye Avrupa’nın yardımı olmadan, kendi dinamikleriyle içinde bulunduğu Kemalist kıskaçtan, otoriter siyasetten, her nevi vesayetten arınarak, hürriyetçi demokrasiye geçmesi, huzur ve refaha ulaşması çok zordur. Avrupa’nın da İslâm âlemine ve onların geniş pazarına, onların potansiyel lideri mesabesindeki Türkiye köprüsü olmadan ulaşması pek kolay değildir.
İDARECİLER TUZAĞA DÜŞMEMELİ
Türkiye’de AB sürecini sabote etmek için yoğun gayret sarf edenlerin başında, devlet yapılanmasında büyük ağırlığı olan derin Kemalist yapıdır. Bunlar, AB üyeliğinin gerçekleşmesi durumunda, ülkede demokrasinin hâkim olmasıyla Kemalizm’in iflas edeceğini, devlet idaresinde haksız olarak sahip oldukları ağırlıklarının yok olacağını çok iyi bilmektedirler.
Bu işin olmaması için uğraşan, dinde hassas muhakeme-i akliyede noksan önemli bir kesim de dinî gruplardır. Bunlara göre Türkiye, AB’ye girmesi durumunda din elden gidecek, Avrupa’nın Hıristiyan âdetleri, kötü hayat tarzı ülkemizi istila edecek, Müslüman kimliğimiz kaybolacaktır. Bu endişe yersizdir. Zaten Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte bu âdetler yeteri kadar yurdumuzu istila etmişti. Bilakis üyelikle biz onların fen, sanat ve teknolojilerini, onlardaki bizim malımız olan hak ve hürriyetler gibi insanî değerleri almış olacağız.
Diğer bir grup Türkçüler ile Kürtçülerdir. Bunlara göre bu iş olursa, Türkiye demokratikleşecek, kendilerine istismar alanı kalmayacaktır. Türklük ve Kürtçülük tarihe karışacaktır. Bu endişe de yersizdir. Demokrasiyle her millet gerçek kimliğini kazanacaktır.
İKİNCİ AVRUPA AB’YE GİRMEMİZE KARŞIDIR
AB’deki Türkiye karşıtları daha farklıdır. Üstad Bediüzzaman’ın ifade ettiği gibi iki Avrupa vardır. Biri; hakikî Hıristiyanlık dininden aldığı feyz ile fen, sanat, teknoloji ve demokratik değerlerle; yani insan hak ve hürriyetleriyle insanlığa hizmet eden Birinci Avrupa cereyanıdır. Bu cereyan mensupları,1950’de tek parti istibdadından kurtulmamızda yardım ettiği gibi, ülkemizin demokratikleşerek AB’ye girmesini şiddetle arzu etmekte ve bu iş için bize destek vermektedirler. 2000’lerin başında onların desteği olmasaydı, AKP iktidarının, o dönemdeki yargı ve asker vesayetinden kurtulup ayakta durması pek mümkün olmayacaktı.
Diğer kanat olan ikinci Avrupa, tabiat felsefesinden aldığı güçle dinsizliği, ahlâksızlığı küresel çapta yaygınlaştırmaya çalıştıklarından İslâm ülkelerin, özellikle onların potansiyel lideri konumunda olan Türkiye’nin istibdattan ve fakirlikten kurtulup demokratikleşmesini istememektedirler. Eğer demokratikleşirse diğer İslâm ülkelerine örnek olacak, Diğer İslâm ülkeleri demokrasi talebinde bulacaklardır.
Diğer İslâm ülkelerine emsal olmaması için ülkemizin tek adam rejimiyle yönetilen, baskı, zulüm, terör ve kaos içinde çalkanan, bir üçüncü dünya ülkesi olarak kalmasını istemektedirler. Bu yüzden üyeliğimize karşılar. AB siyasetinde bazen birinci, bazen de ikinci Avrupa cereyanı öne geçmektedir.
Son söz: Türkiye’nin idarecileri, AB’nin üyelik için istediği reformları yaparak ülkemizin menfaatine olan üyelik sürecini tekrar canlandırmaları, her iki cenahta bulunan AB karşıtlarına istismar alanı açarak prim vermemeleri lazımdır.