İmanî ve Kur’ânî hakikatler nur, siyaset topuz mesabesindedir. İnsanlar, bir elinde nur, diğer elinde topuz tutan bir âlime veya din görevlisine karşı mütehayyir kalır. Acaba bizi nur ile celp edip topuzla mı dövecek?” diye düşünürler, o hakikatlere rağbet etmezler. (1)
Onun için başta dört müçtehit imam olmak üzere, geçmiş asırlarda yaşayan mutemet, yıldız şahsiyetler olan İslâm âlimleri–istisnalar hariç–ellerine sadece nuru almışlar, topuzu tutmaktan imtina etmişler.
Her devirdeki hâkim siyasîler, söz ve icraatlarını halka kabul ettirmek için onların itimat ettiği din âlimlerin fetvalarına ihtiyaç duyarlar ve onları kendilerine destekçi yapmaya çalışırlar. Gerçek âlimler bunu bildiklerinden, hak ile batılın birbirine karıştırıldığı siyasete fetvacı olmamak için onun manyetik çekim alanına girmemişlerdir.
İmam Azam Ebu Hanife, Abbasî Halifesi Mansur’un baş kadılık (Adalet Bakanlığı) vazifesi teklifini elinin tersiyle itmiş, bu yüzden zindana atılmış, işkence altında vefat etmiştir. İmam Malik dindar bir halife olan Harun Reşit’ten uzak durmuş, Onun “ Ya İmam! Sarayıma gel. Çocuklarıma Hadis öğret” teklifine karşı, “ Ey Mü’minlerin Emiri! İlmi zelil etme. Benim medresem var. Çocuklarını oraya gönder. Diğerleriyle birlikte onlara Hadis öğreteyim” demiştir.
Ahirzamanın bir Peygamber varisi Üstad Bediüzzaman Said Nursî, hayatı boyunca -dindar da olsa- devrinin hâkim siyasîlerinin kontrolüne girmemiş, kayıtsız şartsız onların meddahı olmamış, onların insanın dünyasını mamur edecek makam ve servet tekliflerini elinin tersiyle itmiştir.
Bediüzzaman, Cumhuriyetin kurucuları tarafından, onlarla beraber çalışma karşılığında kendisine teklif edilen Ankara’da bir köşk, milletvekilliği, 300 Lira (üç yüz altın) maaş ve Doğunun Umumî vaizlik makamını kabul etmemiştir.(2)
Bu sebeple kendisine ve Nur Talebelerine 28 sene hapis, sürgün, baskı, gözaltı zulümleri uygulanmış, ama o pes etmemiş, müsbet hareketle bağımsız iman ve Kur’ân hizmetini devam ettirmiştir.
O, telif ettiği Risale-i Nurlarla ve yetiştirdiği milyonlarca talebelerle dünya çapında gönülleri fethetmiştir. Allahualem şayet O siyasîlerin kontrolüne girmiş olsaydı, dillere destan bu muvaffakiyeti elde edemezdi.
Bediüzzaman, siyasete girmeden mukteza-ı hale mutabık bir şekilde, yaşadığı dönemin siyasîlerini, iyi ve müspet icraatlarını takdir ve tebrik etmiş, yanlış ve hatalı işlerini tenkit ve ikaz etmiştir. Cumhuriyetten önceki meşrutiyet döneminde yaptığı istibdat sebebiyle Sultan Abdulhamid’i gazetelerde yazdığı makalelerle uyarmış, (3) Cumhuriyetten sonra tek partili rejim döneminde CHP Genel sekreteri Hilmi Uran’a (4), 1950’de demokrasiye geçilmesinden sonraki dönemde Adnan Menderes’e yazdığı mektuplarda olduğu gibi (5) uyarı vazifesini yapmıştır.
Elhasıl: Zamanımızın din âlimleri ve görevlileri iman ve Kur’ân hakikatlerine hizmette başarılı olmak için siyasete bakışta yukarıda isimleri anılan dinî şahsiyetleri örnek almaları gerekmektedir.
Hâkim siyasîlerin sadece iyiliklerine hasr-ı nazar edip, fahiş hatalarına göz kapayıp onların meddahı olmak, âlimlerin ellerindeki elmas kıymetindeki nurların değerini düşürdüğü gibi, halkın nazarında onlara olan itibarı sarsar. Bu da insanların dinden soğumasına sebep olur. Bu ağır bir vebaldir.
Dipnotlar:
1 - Mektubat, s. 82.
2 - Münazarat, s. 20.
3- Divan-ı Harb-i Örfî, s. 70. vd.
4 - Emirdağ Lâhikası, s. 253, 257.
5 - Age., s. 500.