Toplum olarak ahlâkın ve adaletin neye göre ölçüldüğünü unuttuk; artık vicdanımızı değil, çıkarlarımızı rehber ediniyoruz.
Kendi günahlarımızı görmezden gelirken, başkasının en ufak hatasını büyüterek yargılıyoruz. Türkiye’nin bugünkü çarpık düzeni, işte bu seçici körlükten doğuyor.
Seçici günahkârlığın ülkesi
Hepimiz seçici günahkârız; kendimize uygun gördüğümüz günahları işler, rahatsız olduğumuz günahları işleyenleri ise yargılarız. Modern Türkiye’de ahlâk ve adalet terazisi artık doğrulukla değil; çıkarla, kimlikle, taraftarlıkla, ekonomik sınıfla ve güçle ölçülüyor. Ve biz, bu çarpık terazinin hem mağdurlarıyız, hem de bizzat kurucuları…
Dostoyevski’nin dediği gibi:
“İnsan, gördüğüne değil, görmek istediğine inanır.”
Bugün insanlar, görmek istedikleri dünyayı kurmak için hakikati büküyor. Kendi gözlerimizde hakikatin ölmesine izin veriyoruz; çıkarın hükmettiği yerde vicdan susuyor.
Adaletin terazisi mi, güçlülerin terazisi mi?
Milyonlar geçim sıkıntısıyla boğuşurken, bazıları servetlerini geceden sabaha katlayabiliyor. Orada adaletsizlik sıradanlaşmış demektir. Asgarî ücretlinin bir ayda kazandığını, birileri bir restoranda bir akşam yemeğinde keyifle harcıyorsa; fakirlerin “sabır” ile, zenginlerin “nasip” ile açıklanan hayatları artık kimseyi inandıramıyor.
Ve günah hep fakirin üzerinde konuşuluyor:
Zengin hırsızlık yaparsa “ticaret.”
Yoksul sesini yükseltirse “saygısızlık.”
Genç iş bulamazsa “tembellik.”
Kadın hakkını ararsa “yoldan çıkmışlık.”
Toplumun gözünde herkes kendi günahına karşı kördür. Kendi menfaatimize dokunmayan yanlışlara sağır, bize dokunanların faillerine ise kudurmuş bir adalet duygusuyla saldırıyoruz.
Kur’ân’ın adalet ölçüsü: Kime karşı olursa olsun Hakka şahidlik
Kur’ân çok nettir: “Ey iman edenler! Kendiniz, anne babanız ve yakınlarınız aleyhine dahi olsa, Allah için adaleti titizlikle ayakta tutun.” (Nisâ: 135)
Bugün bu ayetin anlamı toplumda karşılık buluyor mu? Yanlışı kim yaparsa yapsın yanlış diyen, kendi cemaatinin, partisinin, kabilesinin yanlış yaptığında da “yanlış” diyebilen kaç kişi var? Adaletin önüne kimlik koyan toplumda hakikat çürür, çürüyen hakikat ise tüm toplumu zehirler.
Gelir dağılımı uçurum: Bir taraf tok, bir taraf nefes alamıyor
Gelir eşitsizliği artık sadece ekonomik bir mesele değil; bu bir ahlâkî çöküştür. Bir semtte insanlar pazar artıklarından sebze toplarken, başka bir semtte bir kahveye verilen para bir ailenin bir günlük gıdasına eşit.
Nazım Hikmet’in sözleri bugünleri çok net özetliyor: “Eşit olmayan bir dünyada adalet, sadece sözde kalır.”
—Devam edecek—