"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İslâm'da hak ve hukukun üstünlüğü

Kasım Ferşadoğlu
29 Mart 2012, Perşembe
İslâm’da hak yemek şüphesiz haramdır. İslâm “hak” mefhumunu şöyle formüle eder: “Hak, haktır. Küçüğüne büyüğüne bakılmaz.” Nitekim bir hadis-i şerif buna şöyle işaret eder: ’’Vallahi sizden biriniz haksız olarak bir şey alırsa, kıyamet gününde o şeyi yüklenmiş olduğu halde Allah’ın huzuruna çıkar’’ (Riyazü’s-Salihin, cilt, 1, s. 258)
Hakikî Müslüman hak yemenin bir zulüm ve haksızlık olduğunu bilir ve bu hukuka titizlikle riayet eder. Haksızlık ve zulme karşı mücâdele ise İslâm'ın emri ve gereğidir. Öyle ise, Müslümanın haksızlık ve zulümden kaçınması haksızlık ve zulümlere set oluşturacağından, meydana gelebilecek büyük tahribat ve günahların önüne geçilmiş olmaktadır.
Tarih boyunca pek çok zulüm ve haksızlık yapılmış ve bu zalimler öylece bu dünyadan göçüp gitmişlerdir. Lâkin yapılan haksızlıklar ve zulümler elbette yanlarına kâr kalmayacağını Kur’ân şöyle haber vermektedir:
‘’Biz kıyâmet günü için adâlet terâzileri kurarız ki, hiçbir kimse küçük bir şeyle de olsa haksızlığa uğratılmaz. Yapılan amel hardal danesi ağırlığında bile olsa onu getirir tartıya koyarız. Hesapçı olarak da Biz yeteriz’’ (Enbiya Sûresi, 47)
‘’Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarını için (ahireti için) önceden ne hazırladığına baksın. Hem Allah’tan korkun. Çünkü Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.’’ (Haşr Sûresi, 18)
Peygamberimiz (a.s.m) şöyle buyurur: ’’Muhakkak ki, Allah zâlime mühlet verir. Bir kere de onu yakaladı mı, kaçmasına meydan vermez.’’ Sonra şu âyet-i kerimeyi okudu: “Zâlim bir belde ve halkını Rabbin işte böyle yakalar. Bu ise acıklı ve şiddetli bir azaptır’’ (Hud Sûresi, 102)
Ebu Hureyre (r.a) rivayet etmektedir: Hz. Peygamber Efendimiz (a.s.m) şöyle buyurmaktadır:
‘’Allah’u Teâlâ şöyle buyurdu: Üç kişi vardır ki, kıyâmet günü Ben onların hasmıyım: (1) Benim adımı anarak söz veren, sonrasında sözünden dönen; (2) Hür birine köle muamelesi yapan; (3) Bir işçiyi çalıştırdıktan sonra ücretini vermeyen kimse’’ (Camiüs-Sağir, cilt, 3. s. 1270, h. No=2867)
‘’Kıyâmet günü haklar muhakkak sahiplerine ödenecektir. Boynuzlu koyundan, boynuzsuz koyun boynuzlanmasının hakkını alacaktır’’ (Camiüs-Sağir, cilt, 4. s. 1403, h. No=3204)    
Hak ve hukuk mefhumu kişilerle paralellik arz ettiği gibi, bir de bunun toplum ayağı vardır.
Bu hususla ilgili bir hadis-i şerif şöyledir: “Güçsüzün, incitilmeksizin hakkını alamadığı bir toplum yücelemez.’’ (İbn-i Mâce, Sadakat, 17)
Hadis-i Şerif bu hususta ciddî ikaz etmektedir. Zira toplumlar, güçsüzlerin haklarına sahip çıktıkları ölçüde yücelme ve yükselme şansına sahiptirler. Nitekim toplum hayatı, düzeni ve mutluluğu haklının güçlü, haksızın güçlü de olsa zayıf sayıldığı bir hukuk ortamında gelişme imkânı bulabilir. Sistemler de, güçlü veya güçsüz olduğuna bakılmaksızın hak sahibinin hakkına sahip çıkabildiği ölçüde beka bulabilirler.
Güçsüz kimselerin oluşturdukları toplum, haklarını güçsüzlüklerinden dolayı alamazlarsa, o toplum geri kalmaya ve çökmeye mahkûm olur. Burada hak arama bakımından bir ölçü de şudur: Hakarete varmamak kaydıyla alacaklının veya hak sahibinin borçluya ya da yetkiliye söz söyleme hakkı vardır.
Şu hadise Müslümanların haklıdan yana tavır alma ve hakka taraf olma görev ve sorumluluğunu hatırlatma bakımından fevkalâde bir uyarı olarak bizlere ders vermektedir:
“Bir bedevinin Hz. Peygamber Efendimizden (a.s.m) bir deve alacağı vardır. Bedevi gelir ve alacağını ister. Bedeviliğin bir fıtrat sonucu olarak alacağını isterken Hz. Peygambere (a.s.m) karşı sert ve kaba davranır. Yâni alacağı dolayısıyla tehditvari konuşur. Bu kaba tavır orada bulunan sahabelerin zoruna gider ve hemen müdahele ederler. Yâni bedeviye çıkışırlar. Bedevi ise, ’Ben sadece hakkımı savunuyorum’ diyerek kendini müdafaa eder.
Bu durumu izleyen Hz. Peygamber Efendimiz (a.s.m) sahabelere ’Sizin hak sahibinden yana olmanız gerekmez mi?’ ikazında bulunarak ders verdikten sonra alacaklının hakkını fazlasıyla ödeyerek, bedeviyi kendisine duâ edecek kadar memnun eder. Bunun üzerine Hz. Peygamberimiz (a.s.m) yukarıdaki hadis-i şerifi beyan etmiştir.
İslâm terbiye ve ahlâkından mahrum veya uzak toplumlar her zaman güçlünün yanında olma ölçüsünü kabul ettiklerinden ve böyle uygulamada bulunduklarından toplumların huzuru ortadan kalkmış ve istikrar bozulur olmuştur. Halbuki, İslâm’ın düsturu, güçlüden yana olmak değil, daima haklıdan yana olmaktır. Bu, toplumların yaşama ve ayakta kalma sigortasıdır.
Güçlüden yana olup güçsüzleri ezen; büyük şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un ’Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta, dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yerdi’ sözünü onaylarcasına tavır koyan toplumlar elbette insanlık için büyük bir talihsizliktir.         
Zira bu şekilde zor kullanarak maddî plânda kalkınma sağlansa bile sosyal barış ve huzurun temini ve gerçek anlamda ilerleme mümkün değildir. İbadette bile namaz kıldırırken zayıf ve güçsüzleri düşünmek bir kul hakkıdır. ’’Siz ancak zayıflarınızın hürmetine rızıklandırılıyor ve yardım görüyorsunuz’’ (Buhari, Cihad, 76) hadisiyle zayıf ve güçsüzlerin zafer ve bereket sebebi olduğuna da işaret edilmektedir.
Güçlü ve güçsüz ayırımı yapmayan ve haklının hakkını vermeyen toplumların akıbetleri ciddî sosyal tehlikelerdir. İkinci tehlike ise, zulümdür ki, böyle toplumlar dünyada ceza ve azaba düçar olmuşlardır. Tarih baştan sona bunun örnekleriyle doludur.
Mü’min her hâlükârda hakka taraftar çıkmak, masum ve mazlûmları korumak ve Müslüman kardeşlerinin hakkını müdafaa etmekle mükelleftir. Kur'ân, mü’minleri zulme müsamaha mânâsına gelecek her türlü hareketten, hatta en küçük bir meyilden dahi men etmiştir. “Zulmedenlere en küçük meyil dahi göstermeyin. Yoksa size ateş dokunur’ (Hud Sûresi, 113)
Âyet-i kerimeyle zulme en küçük bir meylin, zulmün günahına şerik edeceğini beyan etmektedir. Meyil göstermek insanın iradesiyle yapacağı bir iştir. Mü’min ise, zulüm ve haksızlık karşısında ne yapması gerekiyorsa onu yapmakla vazifelidir. Müslümanın zulme ve kötülüklere karşı alacağı tavrı ve hareketi Kur’ân ve sünnet belirlemiştir. Peygamber Efendimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur: ’’Sizden kim ki bir münker ve kötülük görürse onu eliyle değiştirsin, buna gücü yetmezse diliyle müdahele etsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin (kalben reddetsin). Bu ise, imanî tavrın en zayıf olanıdır.’’ (Riyazü’s-Salihin, 184)
Zulme, zalime ve kötülüklere karşı hissiz kalmak veya meyletmek, sahibini bunların büyük günahına karşı ortak edeceği gibi, cezası da daha dünyada iken semavî tokatlar şeklinde tecelli eder. Şu âyet-i kerime bu duruma işaret etmektedir: ’’Bir de öyle bir belâ ve musîbetten çekininiz ki geldiği zaman sadece zulmedenlere isabet etmez. Biliniz ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.’’ (Enfal Sûresi, 25)
Zulmün cezasının geciktirilmesi bir toplulukta iyiliği emredip kötülükten men etme şartına bağlanmıştır. Bu şart biraz da olsa yerine getirilme gayreti varsa Cenâb-ı Hak o topluluğa rahmet eder. Zalimlerin cezasını da ahirete erteler. Eğer bu vazife yerine getirilmezse, bu rahmet sebebi toptan ortadan kalkar. Ve herkesi içine alır. Hadis-i şerifte "Allah, hususî hatalarla bütün topluluğu cezalandırmaz. Ancak güçleri yettiği halde zulme ve kötülüğe mâni olmazlarsa hepsini birden cezalandırır.’’ (Müslim, iman, 78-80) buyurulmuştur.
Öyleyse mü’minler feraset sahibi, hak ve hukuk ve zulüm hususunda hassas, şeytan ve nefsin hile ve tuzakları hususunda dikkatli olmalıdır. Hak yemekten, zulmetmekten sakınmalıdırlar.
Okunma Sayısı: 38883
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı