Tahkik, aklı kullanıp işin gerçeğini bulmak, delillere dayanarak gerçekleri ortaya koymak ikna etme mesleği ve metodudur. Taklid ise düşünmeden sevdiği ve değer verdiği kişiden gelen her şeyi büyük bir teslimiyetle kabul edip körü körüne savunmak ve hiçbir delili kabul etmemek, gerçeklere karşı kör, sağır olmaktır.
Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de “aklı kullanmayı”, “düşünmeyi” ve delillere dayanmayı emreder. “Peygamberler delillerle insanları Allah’ın dinine dâvet ederler.” (Yusuf, 12:108.) İnkârcılar ise düşünmeden körü körüne inkârlarını savundukları için, “Onlar sağır ve kördürler gerçeğe dönemezler.” (Bakara, 2:18.) “Hakka çağıran kimseyi inkâr edenin hali hayvanlara haykıran çobanın hali gibidir. Çobanın sözünü anlamazlar, ancak bağırıp çağırışını işitirler. Bu durumda olanlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler işitip anlamazlar.” (Bakara, 2: 171.) âyetleri onların durumunu bize tarif etmektedir.
***
Bediüzzaman bu asırda taklit döneminin geride kaldığını, akıl, ilim ve meşveretin esas olduğunu ifade ederek şöyle der: “Vakta ki mazi derelerinde hükümferma olan garaz ve husûmet ve meylü’t-tefevvuku tevlid eden hissiyat ve müyûlât ve kuvvet idi. O zamanın ehlini irşad için iknaiyat-i hitabiye kâfi idi. Zira hissiyatı okşayan ve müyûlâta tesir ettiren, müddeâyı müzeyyene ve şâşaalandırmak veyahut hâile veya kuvve-i belâgatle hayale me’nus kılmak, bürhanın yerini tutardı...
Vakta ki, hâl sahrasında istikbal dağlarına daima yağmur veren hakaik-i hikmetin maden-i tebahhuratı efkâr ve akıl ve hak ve hikmet olduklarından ve yeni tevellüde başlayan meyl-i taharrî-i hakikat ve aşk-ı hak ve menfaat-i umumiyeyi menfaat-i şahsiyeye tercih ve meyl-i insaniyetkârâneyi intaç eyleyen berahin-i katıadan başka isbat-ı müddea birşeyle olmaz. Biz ehl-i haliz, namzed-i istikbaliz. Tasvir ve tezyin-i müddeâ, zihnimizi işbâ’ etmiyor. Burhan isteriz.” (Muhakemat, 58-59.)
***
Risale-i Nur Talebeleri ehl-i tahkiktir. Bediüzzaman bizi araştırmaya, tahkik etmeye ve öğrenmeye çağırıyor. İfsat ve aldatmanın taklitçilikten kaynaklandığını ders veriyor. Kendi sözlerinin dahi araştırılmadan ve tartılıp ölçülmeden kabul edilmesini istemiyor.
Şöyle diyor: “Hiçbir müfsid ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor. Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. Belki ben de müfsidim. Veya bilmediğim halde ifsad ediyorum. Öyleyse, her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte, size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktıysa kalbde saklayınız. Bakır çıktıysa, çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz” (ESDE, Münâzarât, 230.)
***
Bediüzzaman “Nev’-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik değildir ki, hakikata nüfuz etsin ve hakikatı hakikat tanıyıp kabul etsin. Belki surete, hüsn-ü zanna binaen, makbul ve mutemed insanlardan işittikleri mesaili takliden kabul ederler” (Tarihçe-i Hayat, 2012, s. 308.) diye bir başka meseleye dikkatimizi çeker.
Bu yüzde seksen genel bir kuraldır ve hemen her yerde geçerlidir. “Pareto Prensibi” olarak da bilinen 80/20 kuralı ekonomi dünyasının da “Altın Oranı” olarak bilinir. Dünya nüfusunun % 20’si dünyanın toplam varlığının % 80’nine sahiptir ve toplumdaki toplam gelirin % 80’inin toplumun % 20’lik kısmı tarafından paylaşılır.
Siyaset alanında ehl-i tahkik olmayan % 80 uyanık % 20 tarafından yönetilir. Bu her ülke için geçerlidir. Siyasîlerin reklam ve propagandaları hep bu % 80 oy verecek seçmen kitlesi için yapılır.
Bu orana dinî açıdan bakacak olursak “İslâmiyet insanlığın beşte birisini etkilemiştir.” Bu da insanlığın % 20’si demektir.
Ayrıca, insanların % 80’ine bütün insan sınıfları girer. Şöyle ki öğrencilerin % 20’si başarılıdır. Öğretmenlerin % 20’si idealisttir. Yine çalışanların % 20’si düzgün iş yapar, % 80’i onların yaptıklarını seyreder, ama yapmış gibi övünür ve kendisine maleder.
Örnekleri her sınıf ve grup bazında arttırabilirsiniz...