"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Çekişme-boğuşma, iflâsa götürür

M. Latif SALİHOĞLU
21 Şubat 2017, Salı
Allah’ı, Peygamberi, Kitabı, Kıblesi... bir olup da birbiriyle çatışarak boğuşanlardan hiçbiri kârlı çıkmadığı gibi, huzura ermiş de değil.

Neticede, birbirine saldırıp mukabele eden iki taraf da zarar ediyor; sadece, zarar-ziyan dereceleri farklı olur, o kadar.

Bu değişmez hakikatten gerekli dersler çıkarılmadığı içindir ki, omuz omuza aynı kıbleye yönelen kişilerin kavgası tekerrür ediyor ki, vâ-esefâ!

* * *

Aslında, kavga ile, boğuşma ile kazançlı çıkmak isteyen hemen herkes bir şekilde kaybediyor, türlü zararlara uğruyor; bir kısmı da iflâsın, tükenişin eşiğine kadar gelip dayanıyor. Hatta, adeta sıfırlanarak yok olup gidenler de var.

Protestanlığın henüz ete-kemiğe bürünmeden önceki Avrupa’da, bitip tükenmek bilmeyen dahilî savaşlar, boğuşmalar vardı: Bilhassa Papazlar ile Krallar (Papalık ile Feodalizm) arasında...

Uzun süre devam edip giden o kanlı-kinli mücadeleler, bir noktadan sonra toplumlarda infiâle yol açtı. “Hürriyet” nâmı altında Büyük Fransız İhtilâli’ni netice verdi.

Galeyana gelen halk “Artık yeter!” dedi: Feodalizmin zulmüne de, Kiliselerin tahakkümüne isyan ederek, ülke içindeki ana rotayı hürriyete, cumhuriyete, demokrasiye ve kànun hâkimiyetine doğru çevirmeye başladı.

Elli yıldan fazla bir süredir, Türkiye’nin de dahil olmak istediği ve kendi içinde uygulamaya çalıştığı Avrupa Birliği kriterleri, esasında dahilî kavga, boğuşma, kanlı çatışma istemeyen bir düşünüş ve arayışın neticesi ve meyvesidir.

* * *

Türkiye Cumhuriyeti dönemindeki kanlı kavga ve boğuşmaların adeta kronikleşen iki yarası var.

Biri, 1925’teki Şeyh Said Hadisesi ile vücuda getirilmek istenen Türk-Kürt çatışması;

Diğeri ise, 1937’de sahneye konulan Alevî-Sünnî düşmanlığı.

Esasında, bunların ikisi de sun’îdir, yapaydır, aslı-astarı, esası-temeli olmayan bir fitnekârlıktır.

Şükürler olsun ki, sağduyu sahibi insanımız, bu projeye itibar etmedi. İtibar etmediği içindir ki, oynanmak istenen her türlü “iç savaş senaryosu”nu boşa çıkardı.

* * *

İnsanlarımızı çatıştıran ve bu çatışmayı genelleştirmeyi hedefleyen bir başka senaryo, 1945’te sahneye konuldu.

“TAN Matbaası Hadisesi” olarak tarihe geçen bu çatışma, zahirde Kemalist Komünistler ile Kemalist Faşistler arasında cereyan etti.

Sağduyu sahibi kitleler, buna da itibar etmediği içindir ki, uzun sürmedi ve tarihe gömüldü.

Esasen, tarihe gömüldüğü içindir ki, komünizm gibi faşizm de Türkiye’de taban bulamadı, ikisi de marjinal kalmaya mahkûm oldu.

* * *

1969’da yaşanan ve Kanlı Pazar olarak tarihe geçen hadise, bu kez Komünist fikirli Kemalistler ile Komünizm karşıtı Kemalistler marifetiyle sahneye konuldu.

Gençlik kitlesi, sağcı-solcu diye ayrıştırılmaya çalışıldı.

Bu meyandaki çatışmalar, 1980 Darbesine kadar sürdü. Binlerce insanımız, bir HİÇ uğruna birbirinin canına kıydı.

12 Eylül Cuntası, “darbeyi olgunlaştırmak için” kanlı arenayı olabildiğince canlı ve diri tutmaya çalıştı. Tâ ki, yapacakları darbe, halk nezdinde “haklı, meşrû” görünsün.

Son derece ustaca, daha doğrusu münafıkça oynanan bu oyun, maalesef “şahıs merkezli” dindar gruplar tarafından da bir derece itibar gördü. Darbe cuntası, o dönemde adeta baştacı edildi. Onlara gece-gündüz duâ edenler oldu. Hatta Kenan Evren’i “Evrensel”leştirenlere bile rastlandı.

Şimdi, yüzde 90’lar civarında teveccüh gösterilen o münafık tabiatlı 12 Eylül Harekâtına beş para değer verene rastlamak neredeyse imkânsız.

* * *

İşte, içte ve dışta yaşanan bunca zararlı, hatarlı, mânen müflis çatışma örnekleri bize gösteriyor ki, bu metodun, hele hele dahilde hiçbir faydası yoktur ve olamaz.

O halde, neden hâlâ yer yer çekişme, sataşma, boğuşma, kinli-adâvetli kavgalaşma devam edip gidiyor?

Aklı hissiyatının önünde olanlara, Bediüzzaman Hazretleri çok tesirli öğütler veriyor. Ne mutlu, bu öğütlere kulak verip hissesi ziyade olanlara... İşte, o makbul ve müessir derslerden küçük bir iktibas:

Hadîsteki (rahmet olan) ihtilâf, müsbet ihtilâftır. Yani, herbiri kendi mesleğinin tâmir ve revâcına sa’y eder. Başkasının tahrip ve iptâline değil, belki tekmil ve ıslâhına çalışır. Ammâ menfi ihtilâf ise-ki, garazkârâne, adâvetkârâne, birbirinin tahribine çalışmaktır ki, hadîsin nazarında merduttur. Çünkü, birbiriyle boğuşanlar, müsbet hareket edemezler. 

...Tarafgirâne ve garazkârâne firavunlaşmış nefs-i emmâre hesâbına hodfüruşluk, şöhretperverâne bir tarzdaki tesâdüm-ü efkârdan bârika-i hakîkat değil, belki fitne ateşleri çıkıyor. (Mektûbât, s. 258) 

* * *

Aziz, sıddık kardeşlerim, 

Sakın, sakın münakaşa etmeyiniz; casus kulaklar istifade ederler. Haklı olsa, haksız olsa, münakaşa eden haksızdır. Bir dirhem hakkı varsa, münakaşa ile bin dirhem zararı dokunabilir. (Şuâlar-13. Şuâ- s. 284)

@salihoglulatif:

Dikkat! Mutlak istibdata Cumhuriyet nâmı verildiği gibi, mutlak diktatörlüğe de Başkanlık nâmı verilebilir.

Okunma Sayısı: 3118
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • CESUR ADAM

    21.2.2017 09:46:57

    Allah razı olsun.HAKİKATIN GÜR SESİ YENİASYA ve sizler değerli kadrosuyla zalimlere,dessas ve fesadçılara,yağma ve talancılara,siyonist piyonlarına şamarı vurmaya devam inşaallah.

  • Mehmet deligöz

    21.2.2017 06:55:55

    Tşk.kıymetli abim .mükemmel yazı

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı