Beş yılda bir yapılan “mahallî idareler seçimi” geride kaldı.
Geriye bakmanın, geçmişe takılıp kalmanın kimseye bir faydası yok. Mazinin sayfaları, daha çok ders alma noktasında önem taşıyor. Ne mutlu, yaşananlardan kendisi ders-i ibret alanlara...
Hemen her defasında olduğu gibi, şüphesiz 31 Mart seçimlerinin de kendi çapında vermiş olduğu bir takım dersler ve mesajları vardır. Bunların içinde, kendi zâviyemizden bakarak tesbit edebildiklerimizden bir kısmını burada sizlerle paylaşmaya çalışalım.
* * *
Geride kalan seçimin galibi kim, mağlûbu kim? Seçime katılan partiler noktasında bu soruya net bir cevap vermek pek mümkün görünmüyor. Hemen her parti, kendi penceresinden manzaraya bakarak, seçimden başarıyla çıktığını söyleyebiliyor.
Zira, kimisi almış olduğu toplam oylara bakarak; kimisi, kazandığı belediye sayılarını nazara vererek; kimisi, ilk üçü başta olmak üzere büyük şehirlerdeki sonucu dikkate sunarak; kimisi de, şartların ağırlığından ve imkânların kısıtlı olmasından dem vurarak, yani her biri kendi kazandığı başarıdan söz ediyor.
Ne demeli, ne yapmalı bu durumda, bilemedik doğrusu. En iyisi, Nasreddin Hoca gibi karşılık vermeli: Sen de haklısın; sen de, sen de...
* * *
Tabiî, seçimlerin büyük tartışma götüren, bir başka ifade ile “çok su götüren” yönleri vardır elbette. Ama, “iktidar cephesi”ne dair hiç tartışma götürmez türden bizim gördüğümüz bazı hususlar var ki, bunları şu şekilde sıralamak mümkün:
* En büyük parti olarak, haliyle Hazineden de en büyük payı aldılar.
* Devletin ve ellerindeki belediyelerin bütün imkânlarını sonuna kadar kullandılar.
* Çamlıca Camii, Halkalı-Gebze banliyo hattı, yeni İstanbul Havaalanı ve bunlara benzer Türkiye’nin hemen her yerindeki kamuya açık işletmelerin açılışını getirip “seçim kampanyası”na fütûrsuzca dahil ettiler.
* Resmî makamları, araç ve gerekçeleri, resmî kurum ve kuruluşları, gayet haksızca, eşitsizce ve insafsızca devreye soktular.
* Kendileri dışındaki partileri bölücülerin, vatan hainlerinin, terör yandaşlarının ekmeğine yağ sürmekle açık açık itham ettiler.
* Devletin adâlet ve emniyet gibi tarafsız iş yapan (yapması gereken) teşkilâtların gücünü, muhaliflere karşı tehdit, tahkir, tezyif ve yıldırma konsepti içindeki politikalarına akıl almaz şekilde malzeme yaptılar.
* Hatta öyle ki, tarafsızlıklarına gölge dahi düşürülmemesi gereken TRT’ye, Anadolu Ajansı’nı (AA) ve Yüksek Seçim Kurulu’nu (YSK) dahi zan, töhmet ve şaibe altına sokacak sözler sarf ettiler; yetmedi, bu yönde birtakım davranışlar sergilediler.
* Resmî medyanın dışında, ayrıca özel sektörün elindeki medya kuruluşlarını dahi bir şekilde kendi partilerinin adeta “yan kuruluşları” haline getirtip öyle çalıştırdılar. Diğer bütün partiler için ayırdıkları sürenin, hiç abartısız en az on mislini iktidar meddahlığı ve propagandası yönünde sarf ettiler.
Bunlara eklenecek şüphesiz daha başka maddeler de var. Ancak, sadece bu kadarı dahi dünyada eşi-benzeri görülmedik türden tarafgir bir “utanç tablosu”nu tarif etmeye yetiyor zaten.
* * *
İktidar bloku, işte bütün bu baskıcı ve despotik politikalara rağmen, en stratejik görülen belediyeleri kaybettiler.
Buna mukabil, hürriyet ve demokrasi adına şanlı bir direniş gösteren millî iradenin başarısından, hatta şahlanışından söz etmek, hiç de mübalâğa sayılmaz.
Evet, en azından “psikolojik üstünlük” itibariyle, ibre, gösterge “hür irade”den yana gayet net olarak yön değiştirmiş bulunuyor.
Demek ki, seçimin kaybedeni her ne kadar görünmese veya itiraf edilmese de, bu işin esas galibi, insan temel haklarından, hürriyet ve demokrasiden yana dirayetli şekilde tavır koyan ve asla pes etmeyen, boyun eğmeyen “millî direniş cephesi”dir. Bu da, bilhassa gelecek açısından ümit verici, şevk ve heyecan uyandırıcı bir mahiyet arzediyor. Neticenin, ülkemize, milletimize hayırlı olmasını diliyoruz.