Bazen geçmiş, bazen gelecek, bazen şu an, bazen hasret, bazen yalnızlık, bazen dost sofralarıyla çoğalan, kendimi bulduğum, kendim olduğum, sıcak yuvam, aşım, katığım...
Tâ uzaklardan sevdiklerimle birlikte farklı mekânlarda da olsa sıcaklığı kalbimde aynı olan... Seher vakti kuş senfonisi, kapı gıcırtısı, dua mırıltısıyla huzurun adını çocuk kalbime kazıyan mekânın adı ev.
Yeni evime taşındım, nihayet ve bu yazıyı da onun balkonundan, kurbağaların ve cırcır böceklerinin zikirlerini dinleyerek yazıyorum. Gökyüzündeki yıldızlar, yeryüzündeki ışıklar, ılık esen rüzgâr…
Sohbet ettik önce, sarıldık, tanıştık birbirimizle. Zamanla çok şeyler paylaşacağız. Gözyaşı, ayrılık, hüzün, sevinç, dost meclislerinin kalp sofrasında birlikte çarpacak kalbimiz...
Mekânların kalbi olmaz mı? Olur elbet, bizi şekillendiren mekânlar, o mekânlardaki paylaşımlarımız değil mi? Mekânlarla birlikte bir bütünü oluşturuyorsak, mekânlar da bizim bir parçamız demektir. Onun bize, bizim ona katacağımız enerji; huzuru, kişilik bütünlüğünü, kalp ve duygu yoğunluğunu ayakta ve dengede tutacaktır. Sevmediğimiz mekânlar enerjimizi düşürür, bizi kendimizden uzaklaştırır. Ruhumuza yapacağımız yolculuğumuzu, kalbimizin zirvelerine ulaştıracak neşemizi yok eder. Derin deryalarımızın altındaki incilere ulaşmamızı engeller. İşte bu yüzden yaşadığımız mekânlara katacağımız enerjimiz ve onun bize verdiği huzur çok önemlidir. Ben de bu yüzden önce evimle sohbet ettim. Her yerini ayrı ayrı dolaştım. Bana bu güzel mekânı emanet eden Rabbime teşekkür ettim önce... Sonra da evimle ruhumu buluşturdum. O beni anladı, ben de onu...