Hiç şüphe olmasın ki, Kur’ân’ın malı olan ve ondan gelen Risale-i Nurlar hep geldiği gibi kalacaktır.
Ah bir de biz olduğumuz gibi ya da olmamız gerektiği gibi kalabilsek! (Buradaki “biz” zamiri, sadece Yeni Asya takipçilerini değil, Risâle-i Nur yoluyla imana ve Kur’ân’a hizmet idealinde olan herkesi, her grubu kapsıyor.)
Keşke, Nurlar’ın ve Nur mesleğinin mânasını ve ruhunu incitebilecek oluşumlara ve girişimlere hep kapalı kalınabilseydi, geçit verilmeseydi. Keşke Bediüzzaman’ı ve ideallerini farklı karelerde gösterme çabasında olanlara karşı hiç müsamaha gösterilmeseydi! Onun yüz vermediği maceralara asla iltifat edilmeseydi.
Onun “çıkmaz sokak” olarak gösterdiği gidişata prim ve cesaret verecek yaklaşımlardan hep uzak kalınabilseydi!
Ama her halükârda sükûnet lâzım, telâşa gerek yok. Risâle-i Nur, nurdur. Nur’dan kimseye zarar gelmediği gibi, Nur’a zarar da verilemez! Yeter ki biz, biz olalım.
Karşımıza çıkan her zorluk ve handikapta biz, “Bu da geçer Ya Hû” deyip, yolumuza devam edelim.
Biz; Nur’un dünyaya yayılan geniş dairesinin kemale ermesini ve İttihad-ı İslâm’ı netice vermesini istiyoruz.
Nur şeceresinin kökünü yeşil tutma gayretiyle Yeni Asya yarım asırdır yayın yapıyor.
Büyük bir camianın en küçük efradından olabilmek büyük bir şereftir. Bu camia içinde hasbelkader üzerinize tevdi edilen vazifeler; mevki, makam yahut ünvanlar olabilir.
Bunların hiçbirisi ne asıldır, ne de ayrıcalık vesilesidir. Her zaman aynı ve belli şahıslara münhasır bırakılması da, hem camianın hem de şahısların lehine olmaz.
İman ve Kur’ân hakikatlarından istifademiz hususunda nefsimize ders olan şahsî okumalarımıza yahut cemaat içinde nefsimize dinletmelerimize, şeytan ve nefisten başka kimin itirazı ve engeli olabilir ki..
Üstelik Hazreti Üstad’ın bu ikazı her daim kulağımızda çınlarken:
“Ey kardeşlerim, dikkat ediniz. Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Herbir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. BİLİNİZ Kİ, ELİNİZDEN KAÇMASIN.”
Vazife taksiminde “teşrik-i mesai ve taksim-ül a’mal” düsturu esastır.
Omuzlarında yük taşıyanların yükü hafifletilmeli. El atılmalı, omuz verilmeli. Yükün altındakiler, uzatılan yeni ellere, verilen omuzlara memnuniyetle mukabele ederler.
Tıpkı omuzlarda cenaze taşınmasında olduğu gibi... Herkes tabutun altına girmek ve omuz vermek için fırsat kollar. Biri yorulmadan öbürüne devreder.
Kudreti ve gınası sonsuz olan Rabbine kulun ilticası, kulca olmalı. Aczini ve fakrını şefaatçi ederek O’na iltica etmeli.. Bütün başka sebeplerden nazarını çekip, (sebeplerin de yaratıcısı O olduğu için) O’na dönmeli, O’ndan istemeli...
Kimsesizliğini itiraf ederek, bütün başka kimselerden vazgeçerek, O’nun huzurunda başkalarından medet ummanın edepsizliğini idrak ederek O’na iltica edilmeli.
İşte buyurun hep beraber O’nun huzurunda O’na el açıp bir duâ yapalım ki, o duânın kabulüyle sonsuzluğun saadet anahtarları avucumuza düşsün:
Ya Rab! Haksızlık ettirme bize! Haksızlığa uğratma bizi! Amin!