Hemen ifade edelim ki, durduğumuz yer ve baktığımız perspektif itibariyle, Kur’ân-ı Kerîm’in hakikî bir tefsiri ve Kur’ân’ın malı olduğundan zerre kadar şüphe etmediğimiz Risale-i Nur’a “eleştirel” bakma lüksünün uzağındayız.
Bu bakımdan Risale-i Nur’un uzağında olanlara ve uzaktan bakanlara ve de eleştirmek sevdasında olanlara, hele hele bunu kendilerince bir “vazife” addedenlere, “bunu asla yapamazsınız” diyecek durumda olmadığımız kadar, “yapabilirsiniz” demek salâhiyetine de mânen ve fikren sahip değiliz.
Bu son ifademize bizi zorlayan sebep, bir Nur Talebesi yazarımızın, Risale-i Nur’a “eleştirel” yaklaşma sevdasında olanlara, onların elini güçlendirecek ve dilini uzattıracak bir “taviz” vermesi oldu. Yazarımızı can ü gönülden tebrik ederiz. Lâkin bir husustaki acizane kanaatimi izhar etmekte bir beis olmasa gerek.
Acaba, diyorum eleştirel yaklaşımın olabileceğine Üstad’tan şu delili getirmek ne kadar doğru?
“Hattâ benim sözümü de, ben söylediğim için hüsn-ü zan edip tamamını kabul etmeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise çok gıybeti üstüne ve bedduâyı arkasına takınız, bana reddediniz gönderiniz”
Münâzarât’tan alıntı bu bölümde “benim sözüm” diyor, “Risale-i Nur” demiyor. Peki farkı ne? Çünkü Üstad müteaddid yerlerde “Risale-i Nur benim sözüm değil, Kur’ân’a aittir, Kur’ân’dan gelmiştir” diyor. Ve kalbine ilham edildiği şekline kendisi de ilişmiyor.
Kaldı ki Üstad, Risaleler telif edilmeden yazdığı bu Münâzarât’ı da sonradan kendi tabiriyle mihenge vurmuş, “altın çıkmış” ve Külliyat’a dahil etmiştir. Yani tabiri caiz ise, onun sözü olmaktan çıkmış, Nur’a ait olmuş..
Risale-i Nur ise serapa hakikattir. Hangi kafa fenerinin haddi var ki, bunu eleştirsin. Bu eleştirenler acaba daha alâsını -hâşa- ortaya koyabilirler mi?
Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’nın dediği gibi, onların da kulağına fısıldayan var mı?
Denilebilir ki, bunlar hariçten tenkid gözüyle bakanlardır. Baksınlar, nasipleri varsa baka baka belki hakikata da vasıl olurlar. Ama biz onlara “eleştirebilirsiniz” diyemeyiz.
Bir zamanlar ehl-i dünya olumsuz ve can sıkıcı bir haberi Zübeyir Ağabeyi aracı yaparak iletmek istediklerinde, Zübeyir Ağabey şiddetle reddeder, “ben bunun aracılığını yapmam, gidin kendiniz söyleyin” dermiş.
Hem Risale-i Nur’a “eleştirel” yaklaşanlar değil mi ki, Nur’un lisanını “muğlak ve anlaşılmaz” bularak sadeleştirmeye kalkıştılar.