"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Âşıklar ölmez, fakat dünyalılar bilmez

Mustafa ORAL
13 Kasım 2019, Çarşamba
Hasan Feyzi Yüreğil aşk insanıdır.

Çiçekten böceğe, sinekten semeğe, bebekten büyüğe, arştan ferşe her şeye aşkla bakar. Tertemiz gönlüyle varlığa maya çalar. Gönül, Uluların dergâhıdır, kirliler orada barınamaz. Onun yüreği o kadar temiz kalmıştır ki bazı Ulular onun günah işleyebileceğine hatta hayaline günah sızabileceğine bile ihtimal vermemişlerdir. Bu tertemiz gönlün iki ebedî sakini vardır: Hz. Muhammed (asm) ve Bediüzzaman. Üstadla tanışıncaya kadar hayatının merkezinde Hz. Muhammed (asm) vardır. Üstadla hâlleştikten sonra Bediüzzaman da halkaya dâhil olur. Onbeş günde bir Hz. Muhammed (asm) rüyalarına misafir olur. Dost meclislerinde, vaaz kürsülerinde gözyaşları içinde Ravza sakinini (asm) anlatır. Üstadla tanıştıktan sonra sohbetleri, hâlleri daha da renklenir, feyizlenir. Sahabemisal yaşantısıyla etrafındakileri hayalen Kâbe ve Ravza’ya götüren Feyzi Bediüzzaman ve talebeleriyle bizzat oralara gitmek ister.

Üstadın ruhu iki ateş arasında kıvama erer: Aşk ve çağın Nemrutlarının yaktığı ateş… Defalarca zehirlenir. İçindeki İlâhî aşk bu kadar közlü olmasaydı ihtimal ki Nemrudane ateşlere dayanamazdı. Üstad 9. kez verilen zehirle ateşler içinde yanarken alevleri Denizli’ye kadar vurur. Denizli Kahramanlar ocağıdır. Bu ocakta aşk erleri Feyzi rehberliğinde “hamdım, yandım, piştim” diye diye kendilerinden geçmişlerdir. Fakat bu günkü ateş başkadır. Üstad Refik-i A’lâ’ya ve Hz. Allah’a gitmek üzeredir. Hasan çok üzgündür. Sevgili Üstadı vefat etmiş gibi kalemi ağlar. Feyzi’deki aşktan bir de Hz. Ebubekir’de vardır. Hz. Ebubekir “anam, babam sana feda olsun” diyerek Habibullah’a (asm) aşkını ve bağlılığını ifade etmiş, sıddıkıyet makamına ermiştir. Feyzi de aynı haller içredir. “Annem, babam, tatlı canım sana feda olsun Üstadım!” diye diye sayıklar…

Üstadın zehirlenmesiyle acılarına zehirler katılmıştır. Ciğerlerine şişler, hançerler saplanmıştır. Gözyaşları kızıl ırmaklara dönmüştür. Gökyüzünü bulut kaplamıştır. Her akşam Emirdağ göklerinden dertlere deva dağıtan Ay ufuklarda kaybolmak üzeredir. Çağın kandili yükünü tutmuş, gökyüzünden göç edecek, dostu Allah’a, Sevdiceği Habibullah’a (asm) gidecektir. Vâ halila… Âşıklar ölmez, ölen tendir, ama yine de Feyzi’nin yüreciğinde yeis, matem ve hüzün kol gezmektedir. Değil mi ki ölüm Allah’ın emridir, ayrılık olmasa… Değil mi ki dostlardan, yardan ayrılık olmasa ölüm yol bulup gelemez aramıza. Şimdi ağlayıp inlemenin, gözyaşlarıyla gökyüzünü titretmenin vaktidir. Bu nevruz, bu bahar değildir. Bu bir veda, bu bir hüzün çelengidir. Gözyaşlarının çağlayıp şerha şerha ummana karıştığı demdir.

Bediüzzaman, Risalelerle dil iktidarını kurmuş, bütün idraklere seslenerek gönüllerin sultanı olmuştur. Hanların, Hakanların, Sultanların bile imreneceği insanlığa iki cihan saadetini temin eden Risale gibi bir eseri miras bırakarak yeryüzünden çekilmeye, gökyüzüne yükselmeye yüz tutmuştur. Kâinata teselli olarak sadece Üstadın kalbinden sızan Nurlar kalmıştır. Yerler, gökler ağlamaktadır. Göklerden damla damla keder, yerden buğu buğu yas ağmaktadır. Bu bir methiye değil, bu bir mersiyedir. Kendi yasının ezgisi, meleklerin sessiz ve kırgın şiiridir. Feyzi gibi binlerce Üstad aşığı Sevgiliye canını vermek için eşiktedir. Kemal-i huzurla Nemrut’un ateşine atlamak için tetiktedir. 

Bediüzzaman yetmiş yıl önce anne rahmine damla olarak düşmüştür. İhtimal ki bu gün koca bir çınar gibi toprağa düşecektir. Sevenleri yıllarca onu bir Gavs, Münci, Kutup, Veli, Hazret ve Sultan gibi gözünde ve gönlünde büyütmüş, o ise kendini Hak ile yeksan etmiş, “Ben Ebû Türâbım (toprağın babası), Said’e toprak gibi tevazu gerektir.” deyip toprak olmayı seçmiştir. Oysa o Said’dir, saidlerden, saadet ehlindedir; şakilerden değildir. Said tahirdir, temizdir. Su, ateş ve toprak temizleyicidir. O aşk mescidinde gözyaşlarıyla abdest almış; zindanlarda, sürgünlerde Nemrudane ateşlerde yanmış, arınmıştır. O halde toprağa ne hacet kalmıştır.

Bediüzzaman’ın ruhu dünyadan çekilmeye, arşa doğru kanatlanmaya başlamıştır. Çağ, yüzünü toprağa dönmüş, Bedii’nin kıymetini bilememiştir. Varlık onun ruhunu mersiyelerle arşa uğurlarken arz bigane kalmıştır. Ama bir gerçek vardır ki asırlar geçse de hasbilerin, saf ve safi gönüllerin derinlerindeki menkıbeleri çağıldayıp duracaktır. Methiyeleri dilden dile dolaşacak, yeryüzünü arşınlayacaktır.

Feyzi üzgündür, ayrılığa dayanamamaktadır. Son anlarında Üstadının yanı başında hizmet etmek istemektedir. Nurlar’la bezenmiş ellerini öpmek, ağrıyan kollarını sıvazlamak istemektedir. Dudağına zemzem tadında bir damla su vermek, o katreyle Üstadını Habibullah’a (asm) duâlarla, methiyelerle uğurlamak istemektedir. Duâ sarmalına dönen dili her daim Sevgiliyi zikretmektedir. “Âh... ne olurdu, şimdi şu sayılı nefeslerini verdiğin şu anda, şu son deminde, huzurunda ve yanında bulunup, sana hizmet edebilse idim. Son kelâmını ve son vasiyetini işitebilse idim. Hararetten kuruyan o mübarek ağzına sıcak bir fincan çay, birkaç damla su verebilse idim.”

Üstad ağır hastadır. Göklerin kapısına dayanmış, ahiret yolunu yarılamıştır. Âlem-i ervaha uçtu, uçacak; asıl yurda vardı, varacaktır. ‘Büyük ağabey, şanlı ve muhterem şehid Hafız Ali’, bütün kardeşler, ecdat, ata ve evliyanın büyük ruhlarına kavuşacaktır. Feyzi o ulvî ruhlara Sevgiliyle selâm gönderir. Kendinin de onlara yakında ulaşacağını hissetmiş olmalı ki daha şimdiden “Ruz-ı ceza ve mahkeme-i kübramızda bize şefaatçi ol.” diyerek Üstaddan medet umar.

Güller bülbüllere baka baka sevgiyle açar. Bülbüller güllere baka baka aşkla ağlar. Bugün hazandır. Üstadın güzel yüzü soldu solacaktır. Belki de gül yüzü Feyzi gibi bülbüllere haram olacaktır. Ahbabın ağlayıp a’danın (düşman) güldüğü; yârin solup ağyarın (düşman) ölüm soluduğu günlere gelinmiştir. Oysa Feyzi günlerdir bu hüzün sağanağından halâsını beklemektedir. Demek ağyâra bayram, yâra matem vardır. Hasret vuslata galip gelmiştir. Artık Sevgili dünyadan göçecek, Feyzi bir daha yüzünü göremeyecektir. Vuslat artık rüyalara ve duâlara kalmıştır. Şimdi Feyzi dostlara ne desin, ne desin…

Fakat her şey bitti derken, herşeyin anahtarı elinde olan Rabbimiz, Üstad Hazretleri’ne yeniden mühlet verir, fakat onun bedeline, “Dahi nezrim şu ki, canım sana kurban olacak.” diyen Hasan Feyzi Yüreğil vefat eder. Denizli’de rahatsızlaşan Hasan Feyzi, Emirdağ’da zehirlenen Üstad Hazretleri yerine şehid olur.

Okunma Sayısı: 2854
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • İ Seyda

    13.11.2019 22:52:05

    Tebrik ederiz. Hasan Feyzi abimiz için kaleme aldığınız bu yazı bizi mütehassıs etti.

  • Gündüz Alp

    13.11.2019 12:25:00

    Değerli kardeşim Mustafa Bey, Kahramanlar Ocağı Denizli'nin kahramanlarından bahseden her daim güzel olan yazılarından birisini daha okuduk. Eline ve yüreğine sağlık. Âşık Yunus'un "Yunus öldü diye salâ verirler/ Ölen ceset imiş (aslı 'hayvan imiş' ama ben onu burada münasip görmediğimden 'ceset imiş' şeklinde değiştirdim) âşıklar ölmez" dediği, M.Akif'in "Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem/Öyle bir hayat sür ki, mevtin sana hande olsun, halka matem." dediği hayat gerçeğini bizlere yaşayarak öğreten, örnek olan, yol gösteren, kılavuzluk eden... "kıdemli bir muallim ve âlim" Hasan Feyzi (ra) misal şu zatlara ve onların izini sürenlere edenlere ne mutlu! Tebrik ve teşekkürler. Muhabbetle.....

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı