Asr-ı Saadet denilince hemen hepimizin aklına ilk elden Medine’nin huzur dolu günleri gelir.
Sahabeler, dünyanın en mutlu insanları olarak bir hayat sürmektedir. Daha dünyadayken Cennet lezzetlerinden tatmaktadır. Çile ve ıztırap yoktur. İlâhî hakikat kime anlatılsa çoğu kere kabul görüyordur. Oysa Mekke, haksızlıklara karşı mücadelesinin adıdır. Hakikate karşı gözler kör, kulaklar sağır, diller lâldir. Masumlara yapılan zulümlere sessiz kalınmış, hatta desteklenmiştir. Fakat Medine öyle değildir. Medine mü’minlerin hâkim güç oldukları dönemdir. Mekke’de kırmızı çizgiler keskindir. Sıdk ile kizb arasındaki uçurum derindir. Ya hakikatten yanasındır ya da batıldan, ya doğrudan yanasındır ya da yalandan. Fakat Medine’de sıdk ile kizb arasındaki uçurum dolmuş, yalanla doğru birbirine karışmıştır. Bazıları sözde iman etmiştir, ama fitne çıkarmak için tetikte beklemektedir. Diller iman etmiş, ama kalbler kemale ermemiştir. Menfaatin olduğu yerde münafıklık vardır. Medine menfaatin olduğu yerdir; bundandır ki münafıklık kol gezmektedir.
Mekke bedel ödemeyi göze almış; canından, malından, hâsılı dünyadan vazgeçmişlerin şehriydi. Mekke çile ve zahmet demekti. Zahmetin ardı elbet rahmetti. Nitekim öyle de olmuştu. Allah onları daha dünyadayken Cennetle müjdelemişti. Cennetle müjdelenen 10 sahabe Mekke’deydi. Çünkü Medine’de çile ve zahmet yoktu. Rahat, zenginlik, makam ve zafer vardı. Menfaat ve rahatlığın olduğu yerde bir zaman sonra çatışma çıkardı. İnsan maddeye esir olur, nice canları yakıp yıkmaktan çekinmezdi. Medine’de de öyle olmuştu. Peygamberimiz (asm) daha dünyaya veda etmeden menfaatten beslenen münafıklık belirmeye başlamış, yalan saltanatını gizlice ilân etmişti. Vefat eder etmez de yalancı peygamberler sahneye çıkıvermişti. Ardından sahabe savaşları denilen üzücü hadiseler sökün etmiş, yetmiş bin mü’min birbirini şehit etmişti. Evet, Asr-ı Saadet sahabenin mal mülke kavuştuğu, ama karşılığında birbirine kılıç çektiği günler değildi. Asr-ı Saadet hakikat için kelleyi koltuğa almak, ama bir kişinin de olsa kalbini kırmamaktı. Masumlar için canından, malından vazgeçmekti. Hz. Muhammed (asm) gibi açlığa, susuzluğa, hakaretlere, hapislere, sürgünlere maruz kalmak, nihayet şehadetle şereflenmekti. Sürgün edildiği Mekke’yi fethettiğinde dünya malında gözü olmadığını göstermek için gerisin geriye Medine’ye dönmekti. Değil mi ki hakikat insanı sahabe ederdi ve kendini hakikate adanmış insan fethe değil sefere vazifeliydi; dünyaya değil ahirete talipti.
Herkesin bir Asr-ı Saadeti vardır. Âlemlerin Efendisi’nin (asm) Asr-ı Saadeti ölüm tehditleri altında hakikati anlatmak, bu yolda açlığı, hakareti, sürgünü ve ölümü göze almaktı. Zaferler kazansa da hükümdar gibi saraylarda yaşamak değil peygambere yakışır şekilde mütevazı yaşamaktı. Hz. Hatice’sinin Asr-ı Saadet-i saadet içinde yaşarken hakikat yolunda bütün varlığını Sevgili (asm) için feda etmekti. Bir zamanlar zengin ve soylu bir hayat sürerken yoksulluk içinde yamalı bir elbiseyle dizlerinde son nefesini vermekti. Hz. Ebubekir’inki, Efendimizi (asm) savunurken hakaretlere uğramak, dövülmek, yine de “Anam babam sana feda olsun Ya Resullah” diyebilmekti. Zamanı geldiğinde O’nunla (asm) hicret etmek, her türlü zahmet ve zorluğa katlanmaktı. Büyük bir orduyla İran ve Kudüs’ü fetheden Hz. Ömer’inki iman ettiği gün 40 kişilik mü’min kafilesini ardına alıp gövde gösterisi kabilinden Kâbe’ye yürümekti. Biliyordu ki o günkü 40 sahabe İran ve Filistin’i fetheden ordulardan daha güçlüydü ve gönül Kâbelerini fethetmek Kâbe’yi, kaleleri fethetmekten daha değerliydi. Gönülleri yıkmaktan korktuğu için bazı geceler kabristana gider, başını kabir taşına dayayıp “Ümmetin hesabını nasıl veririm.” diye ahu enin ederdi. Evet Asl-ı Saadet ve Asr-ı Saadet buydu. Hz. Osman iman edince sevdikleri bağını kesmişti. O da kalbini Sevgiliye (asm) emanet etmişti. Sevgili (asm) karşılıksız bırakmamış, iki evlâdını eş olarak emanet etmişti. Gün gelmiş halifelik makamını emanet etmişti. Bizim gibi kalbi dünyaya bulaşmış, nefsi hevasına karışmışların nezdinde şatafatlı saltanat günleri olarak algılanan bir dönemde (halifelik) asilerin kılıçlarıyla şehit edilmiş, korkudan kimse cesedine yaklaşamamış, nihayet gerçekten iman etmiş 12 cesur sahabenin gayretiyle Sevgiliye (asm)) emanet edilmişti. Onun Asr-ı Saadeti 12 yıllık halifelik günleri değil, Sevgilinin (asm) yolunda sevdiklerinden ayrı düşmeyi göze aldığı günlerdi. Hayber Fatihi Hz. Ali’ninki hicret günü kâfirlerin kendisini şehit etme ihtimalini bile bile Hz. Muhammed’in (asm) yatağına yatmayı göze aldığı günlerdi. O gün düşman tekti. Halife olduğu günler içinin en çok sıkıldığı günlerdi. Çünkü o günlerde kardeş kardeşe karşı kalbini bozmuş, küsmüş, yetmemiş bir de kılıç çekmişti. Zübeyir bin Avvam’ınki hakikat yolundan dönmesi için hasırlar içinde yakıldığı, Hz. Bilâl’inki göğsünün üstüne koca kayaların koyularak işkence edildiği, Zeyd b. Hârise’ninki rahat ve rehavetin kendilerini şımarttığı Taiflilerin Sevgiliye (asm) saldırdıklarında taşlara kendini siper ettiği günlerdi. Hz. Ebu Zer’inki Kâbe’de Sevgiliye (asm) iman ettiğini haykırdığı günlerdi. O gün öyle bir dayak yiyecekti ki kendine geldiğinde ‘kandan bir heykeldim’ diyecekti. Onun yolunda kahır da, lütuf da hoştu.
Şimdilerde öyle garip bir zamana geldik ki… Elimiz genişledi, kalbimiz daraldı. Malımız çoğaldı imanımız azaldı. Bir elimiz yağda, bir elimiz balda olsa da şükür yerini şekvaya bıraktı. Bilirim kendi aslını, Asr-ı Saadetini ararsın. Dünya ve sevdiklerinle imtihan olmuş; işini, eşini, dostunu kaybetmiş; hayattan soğudukça soğumuşsundur. Risale-i Nur ikinci Asr-ı Saadettir. Nur Talebelerinin çektikleri çileleri elbette sen de çekeceksin. Asrın Zübeyir bin Avvam’ı Zübeyir Gündüzalp’in de dediği gibi bu yol kıldan ince, kılıçtan keskincedir. Her kişinin değil, er kişinin işidir. Karanlık zindanlara sokarlarsa ışık, paslı vicdanları görürsen ümit, imansız kalplere rastlarsan Nur vereceksin. Sen verdiğin için suç, sen getirdiğin için ceza, sen konuştuğun için mahkûm olacaksın. Ve buna şükredeceksin. Bu günler sabır değil şükür günleridir. Başına gelen musîbet değil ibadettir. Zahmet değil rahmettir. Güzel günler Medine günlerini hatırlatan dopdolu salonlarda dost düşman bilmeden gürül gürül Risale sohbetleri yapılan günler değil; bir avuç sahabenin Mekke’de Hz. Erkam’ın evinde Peygamber sohbetini dinlediği günleri hatırlatan bu günlerdir.
Diyeceğim o ki bu günler kadar güzeldir. Hüzünlenme gayrı, hadi gülümse…