Prof. Dr. Ahmet Yıldız, Medresetüzzehra projesinin İslâm dünyasında dağınıklığı giderecek ve ümmet birliğini güçlendirecek bir fikir ve eğitim projesi olduğunu ifade etti.
YENİ ASYA - Nurseza Parlakoğlu
Yeni Asya Vakfı Risale-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesinde iki haftada bir icra edilen “Devlet ve Demokrasi” ana temalı seminerler kapsamında Enstitünün geçen haftaki misafiri Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesinin Siyaset Bilimi Hocalarından Prof. Dr. Ahmet Yıldız idi. “Din-Milliyetçilik İlişkisine Medresetüzzehra Perspektifi Üzerinden Bir Bakış” başlıklı konuşmasında, Prof. Yıldız, Bediüzzaman’ın Medresetüzzehra projesinin, İslâm Dünyasında ırk ve mezhep temelli ayrılıkçılıkların ve buna bağlı olarak yaşanmakta olan dağınıklığın çözümü için de önemli bir formül olduğunu söyledi.
Nur medreseleri projenin çekirdeği hükmünde
Yıldız, kâinata ve olaylara mü’mince ve mana-yı harfî ile bakışın anahtarını ve dolayısıyla hakiki mutluluğun ve kamu düzeninin ipuçlarını veren Medresetüzzehra projesinin hayata geçebilmesi açısından Risale-i Nur Medreselerinin bir manada çekirdek ve bir prototip olduğunun altını çizdi.

Medresetüzzehra fikrinin doğuşu
Ahmet Yıldız’ın konuşmasının bir kısmı şöyle: “Medresetüzzehra, Bediüzzamanın 1882’de Mardin’de karşılaştığı Cemaleddin Afganî’nin bir takipçisi ve Sünusî tarikatına mensup bir kişi ile musahabelerinin sonucunda ortaya çıkan ve zaman içinde olgunlaşan bir tasavvurdur. İsmindeki Ezher’e atıf bir metafor olarak kabul edilebilir. Bu metafor, reforma şiddetle ihtiyaç duyan o dönem Ezher’ine değil, tarih boyunca Müslüman dünyada ilmî geleneğin temerküz ettiği bir kurum olarak Ezher’e gönderme yapar. Medrese de, yaşadığı dönemdeki medreseleri değil dinî ilimlerin taşıyıcısı ve bilginin aktığı ana mecra olarak Kürtler nezdinde büyük otoriteye sahip “medrese” kurumuna atıfta bulunur.”
Sultan Abdülhamid, mesafeli durdu
Prof. Dr. Ahmet Yıldız, Bediüzzaman Said Nursî’nin Medresetüzzehra düşüncesinin, yalnızca bir eğitim modeli değil; aynı zamanda İslâm dünyasında moderniteye özgün bir bakış kazandıran fikrî bir proje olduğunu vurguladı. Batı’da ortaya çıkan modernliğin tamamen dışında kalmadan, Müslüman toplumların kendi kültürel kodları ve manevî temelleriyle uyumlu bir yapı hedeflediğini belirten Yıldız, Bediüzzaman’ın 1907 yılında bu tasavvurunu bir proje olarak Sultan II. Abdülhamid’e sunduğunu hatırlattı. Yıldız, “1907’de bu tasavvurunu bir proje olarak Sultan Abdulhamid’e sunmak ve devletin idarî ve malî desteğini almak için İstanbul’a geldiğinde Sultan onunla görüşmez. 1891’de aşiretlere dayalı olarak yapılandırılmış Hamidiye Alaylarını kuran Sultan için Kürtler, devletin güvenliğini sağlamak için işlevseldir. Sultanın temsil ettiği devlet aklı, bu alaylar aracılığıyla Ermeni milliyetçiliğinin merkezkaç eğilimlerini engellerken Rus yayılmacılığı karşısında da bir tampon oluşturmayı yeterli görmüştür” ifadelerini kullandı.

Devlet aklının sınırlarını aşan bir vizyon
Bu yaklaşımın Kürtleri de kontrol altında tutmaya yaramakta olduğunu söyleyen Yıldız, “Medresetüzzehra, bunun dışında yerel dinamik ve ihtiyaçları öne çıkarmakta ve Kürtler, Osmanlılar ve Müslüman’lardan oluşan üç halkaya uzanmaktadır. Bu yüzden kontrol altında kalabilecek bir “devlet aklı” projesi değildir. Abdülhamid’in soğuk durmasının sebebi de budur.
Hamidiye Alayları içinde kurulan mekteplerin eğitim dilinin Türkçe olması, medreselerin çoğunun işlevsiz oluşu, ama Kürtlerin eğitim için medrese dışında bir kuruma da iltifat etmemesi, Bediüzzaman’ın “medrese” “nam-ı melufu” üzerindeki ısrarının sebebidir. Kürtlerin yaşadığı coğrafyaya yeni bilimler ancak medrese müfredatının bir parçası olarak girebilecektir. Kürtlerin buna çok ihtiyacı vardır çünkü okuma-yazma oranı çok düşük, cehalet çok yaygındır” dedi.
Kürtlerden İslâm dünyasına uzanan bir ıslah tasavvuru
O dönemde Kürtlerde aşiretlere dayalı aidiyetler sebebiyle sürekli çatışmalar yaşandığına dikkat çeken Yıldız, şunları söyledi: “Bürokrasi, ticaret, zanaat ve sanayide Kürtlerin esamesi okunmamakta, tarımda mülkiyet büyük ölçüde toprak ağalarına dayanmakta, ciddi bir ekonomik hasıla bulunmamaktadır. Tanzimat merkeziyetçiliğinin ürettiği otorite boşluğu da 19. Yüzyılın ikinci yarısında Kürt-Ermeni toplumsal rekabetinin çatışmacı karakterini harlamaktadır. İşte, Medresetüzzehra tasavvuru, Kürtlerin bütünlüğünü sağlamaya, iktisadî refahını ve eğitim düzeylerini arttırmaya, tüm bunları Osmanlı ve İslam aidiyetlerini yerel aidiyetle harmanlayarak gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Zaman içinde bu tasavvur Kürt bağlamını genişleterek Osmanlı ve İslâm dünyası ölçeğinde cehalet, yoksulluk ve sürekli çatışma durumunu gidermek amacına yönelecektir. Bu nitelikleriyle, devlet aklı dışında ortaya çıkmış, İslâmî epistemolojiye dayalı, verili durumu gözeten, ama onu dönüştürmeye çalışan İslâmî bir modernlik tasavvuruna dönüşecektir.”