İnsan tercihlerinden ibarettir ve herkes tercih ettiği hayatı yaşar. Tercih hakkı olmazsa, imtihan da olmaz.
İnsan kendi hür iradesiyle dinini, inancını, mesleğini, eşini, yaşayacağı şehri seçiyor, seçmelidir. Herkesin inancı kendisinedir. Dinde zorlama yoktur. “Şüphe yok ki, Biz insanı karışık bir damla sudan yarattık, onu imtihan ediyoruz. Onu işitici, görücü kıldık. Muhakkak ki, Biz ona hidâyet yolunu gösterdik. Gerek şükredici olsun veya gerekse nankör olsun.” (İnsan Sûresi: 2-3) “Artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun.” (Kehf Sûresi: 29) Sonuçlarını kabul ederek tercih yapıyoruz.
Dinde zorlama olmadığı halde; insanlardan gücü ellerinde bulunduranlar maalesef zora başvurmuş, Diğer insanları kendi menfaatleri, siyasî görüşleri doğrultusunda davranmaya zorlayınca adalet kaybolmuş, zulüm ortaya çıkmış. İnsanlık tarihi, bir açıdan adalet ve zulmün mücadelesidir.
ADALET VEYA TAHAKKÜM
İslâm insana ulvî hedefler gösterir. İstibdad ise çeşit çeşittir, her değeri alet edebilir. Bulaşıcı hastalık gibi girdiği yerde kabiliyetleri kurutur, yaşama sevincini boğar, insanı hayvan derekesine düşürür.
Allah insanlara adaleti emreder. Zulüm ve tahakkümü yasaklar. Şeriatın yüzde doksan dokuzu ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete aittir. İslâmın hükümleri “Hukukullah” (Allah’ın kulları üzerinde olan hakları) ve “Hukuk-u İbad” (insanlarla olan muamelelerimizdeki haklar) şeklinde tasnif edildiği gibi; ‘adalet merkezli olanlar’ ve ‘ibadet merkezli olanlar’ diye de incelenebilir.
Asr-ı Saadet ve Raşid halifeler döneminde bu iki şık dengeli bir şekilde uygulanmış; ancak hilafet ‘ısırıcı saltanata’ dönüşünce; din çoğu zaman saltanatı meşru kılma aracı olmuş. Hak ve adalet hesabına buna karşı çıkıp muhalefet edenler cezalandırılmış, muhalefet fitne olarak değerlendirilmiş. “Bilâkis, muhâlefet meşrû ve samîmi bir muvâzene-i adâlet unsurudur.”
İSLÂMİYETE CİNAYET!
Din, siyaset malzemesi ve istibdat aracı olarak kullanılamaz. “İslâmiyet güneşi yerdeki ışıklara âlet ve tabi olmaz. Ve âlet yapmak, İslâmiyet’in kıymetini tenzil etmektir. Büyük bir cinayettir.” (Divan-ı Harb-i Örfî, s. 28.)
Zamanla İslâmın hak ve adalet hükümleri söylenemez, uygulanamaz hale getirilmiş. ‘Adalet-i mahza’ için canını veren, hak ve hakikati haykıranlar bir şekilde susturulmuş. Tabiri caizse, ‘etliye-sütlüye karışmayan’, kendi halinde sadece ibadetlerini yapan itaatkâr bir teb’a oluşturulmak istenmiştir.
Halbuki Allah’ın istediği Müslüman; hak ve adalet emirlerini göz ardı edip, sadece ibadetle meşgul olan Müslüman değildir. İdeal Müslüman ikisini dengeleyendir. “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun” (Âl-i İmrân Sûresi: 104)
KÜRESEL VİCDAN
Bir zulüm ve kötülük gördüğünde ‘eliyle, diliyle engel olmaya çalışır, hiç olmazsa kalben hakka taraftar olup yanlışa kızar. Hazret-i Peygamber (asm) adalet ve ibadeti tavsiye ederken, ibadette aşırıya giden bazı Sahabelerini de ikaz eder. Dünya ve ahiret, ibadet ve adalet dengesini gözetir.
Hak ve adalet açısından ideal bir insanın, bir Müslümanın bariz vasfı üçtür: Bir; zulmetmez. İki; kendisine zulmedilmesine izin vermez. Üç; kimden ve nereden gelirse gelsin zulme karşı çıkar. Kimliğine, cinsiyetine, inancına bakmadan mazlumun yanında yer alır.
Gazze için oluşturulan, 44’ten fazla ülkeden yüzlerce katılımcının bulunduğu, 50’den fazla gemiden oluşan Küresel Sumud Filosu buna güzel bir örnektir.