"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Risaleler buluşturdu

Mustafa Sait ÖNAL
06 Mayıs 2018, Pazar
FAS NOTLARI - 1

Rabat’a varıyoruz. Doğruca Risale-i Nur medresesine gidiyoruz. Orada Risale-i Nur dersi yapılıyor biz vardığımızda. Bir Filistinli, iki Faslı, iki de Türk birlikte Arapça Risale-i Nurlar’ı okuyup tartışıyorlar. Faslı Abdurrahman okuyor o temiz ve tane tane Arapçasıyla. Neredeyse anlayacak oluyorum okuduklarını. Bir kez daha şaşırıyorum, çünkü başka dilde bu eserleri dinlemeye pek de alışkın değilim.

Bundan 2 ay önceydi. Okuldaki bir arkadaşım Fas’a gitme düşüncesini aklıma soktu. Bana da zaten Avrupa’da [Fransa] rahat iyi gelmiyordu ki, kolayca bu fikri benimsedim. Farklı kültürleri görüp o kültürden insanları tanımak en büyük tutkularımdan birisi sanırım. Ancak bu sefer bu Fas yolculuğunun beni ne kadar zorlayacağının henüz farkında değilim. 

Paris’teki arkadaşım Muhammed’e Fas’a gitmeyi teklif ettim. Böyle bir yolculuğu nasıl yaparız diye bir müddet konuştuk. Muhammed’in Fas’ta arkadaşları vardı. 

Onlarla irtibata geçtik ve uçak biletimizi almaya karar verdik. Benim düşünceme göre Fas’ta 10 gün yeterliydi. Eh, Muhammed de 10 güne itiraz etmedi.

Gün geldi uçağımıza binip Fas’ın en kuzeyindeki, Cebel-i Tarık Boğazı’nın hemen altındaki Avrupa’ya en yakın şehir olan Tanca’ya gittik. Hava Paris’te yaklaşık 30 dereceye varıyordu. Biz Tanca’da daha sıcak bir hava bekliyorduk. Ancak açıkçası Tanca’ya indiğimizde bulutlu ve rüzgârlı yaklaşık 17 derece olan hava bizi hayal kırıklığına uğrattı. Olsun hava açar biraz güneş görüp ısınırız belki ilerki günlerde.

TANCA’DAN RABAT’A

Şimdi, taksiye atlayıp tren istasyonuna gideceğiz. Bu şehirde öyle toplu ulaşım yok havaalanından şehir merkezine. Mecburen taksiye binmek zorundasınız. Taksiye yaklaşık 150 dirhem yani 15 euro kadar ödeyip şehir merkezindeki tren istasyonuna gittik. 

Taksiden görebildiğim kadarıyla Tanca hiç gelişmemiş evleri izbe duvarlı, boyası gelmiş de geçiyor yapıları ve medeni olmaktan biraz uzak insanları barındıran bir şehir.

Nihayet tren istasyonuna iniyoruz. Meraklıyım etrafa bakıyorum ülkenin ekonomik durumunu tartmaya çalışıyorum fiyatlara bakarak. Tren için fazla vaktimiz yok Muhammed, Fransızcasıyla gişeden bilet almaya çalışırken, ben de köşedeki kafeye gidip yiyeceklerin fiyatına bakıyorum. Ekmek arası tavuk gibi ürünler yaklaşık olarak 40 dirhem civarı. 

Biz parayı euroya çevirmek için en sağdaki sıfırı atıyoruz hep. Yani kabaca 4 euro.

Ben Türkiye standartlarından çok uzakta olan köşedeki büfedeyken Muhammed bana bağırıyor gişeden, “Gel! Bileti alıyoruz” diye. Hemen hızlıca gişeye gidiyorum kişi başı 110 dirhem ödeyerek Rabat’a biletimizi alıyoruz. Rabat’a gidiyoruz, çünkü orada bir arkadaşımız bizi karşılayacak. Orada Risale-i Nur medresesine gideceğiz bir gece orada konaklayacağız. Trene 5 dakika falan var hızlıca koşuyoruz perona doğru. Peronun girişindeki adam biletimizi deliyor ve hızlıca ilk kapıdan vagona giriyoruz.

KONDÜKTÖRÜN İŞGÜZARLIĞI!

Trendeki 8 koltuklu kompartımanlardan birine giriyoruz ve yaklaşık 5 saat sürecek yolculuğumuza başlıyoruz. Ben birazcık yorgunum vakit de geçmiyor zaten. Kompartımandaki koltuklarda boydan boya uzanıp uyumaya başlıyorum. Durdu- ğumuz istasyonlardan sonra, hemen hemen 3-4 sefer, kondüktör gelip biletimizi kontrol ediyor. Her seferinde uykumu bölüyorlar. Uyuduğumdan olacak ki sanki bir kaç saniyede bir rahatsız ediliyorum.

RİSALE-İ NUR MEDRESESİNDEYİZ

Nihayet Rabat’a varıyoruz. Ali Abi bizi karşılıyor Rabat’ta. Doğruca Risale-i Nur medresesine gidiyoruz. Orada Risale-i Nur dersi yapılıyor biz vardığımızda. Bir Filistinli, iki Faslı, iki de Türk birlikte Arapça Risale-i Nurlar’ı okuyup tartışıyorlar. Faslı Abdurrahman okuyor o temiz ve tane tane Arapçasıyla. Neredeyse anlayacak oluyorum okuduklarını. Parça parça, tartışa tartışa, anlayarak okuyorlar Risale-i Nur’u. Bir kez daha şaşırıyorum, çünkü başka dilde bu eserleri dinlemeye pek de alışkın değilim. Ancak okuyanlar hayretle doya doya bu eserleri aç bir şekilde okuyorlar. Biliyorum dünyada 50 dilde okunuyor Risale-i Nurlar, ancak yine de, her seferinde başka dilde başka milletlerden bu eserleri okuyanları ve anlamaya çalışanları gördüğümde şaşırıyorum ve anlıyorum tekrar ihtiyacı olanlar buluyor bu kitapları.

SİDİ-SULEYMAN NERESİ?

Nihayet ders bitiyor ve tanışmaya başlıyoruz. Fas’ta, Arapça ve Fransızca konuşuluyor. Dil üçgenimiz Arapça, Fransızca, Türkçe ve İngilizce medresede. Muhammed onlarla Fran- sızca konuşurken ben konuşabilenlerle İngilizce iletişim kurmaya çalışıyorum. Türk arkadaşlarımızla zaten Türkçe konuşuyoruz. Muhammed tabiî biraz daha basit Fransızca konuşmaya gayret ediyor. Haliyle ben de anlamaya başlıyorum konuşmalarını. Tabiî kopukluklar oluyor her birimiz bütün bu 4 dili anlamadığımız için. Ancak sabırla birbirimizi dinliyor, anlaşmaya çalışıyoruz.

Nihayet vakit ilerleyince yataklarımıza geçiyoruz. Uzun süren bir günden sonra dinlenmeye geçiyoruz. Ertesi gün Sidi-Suleyman diye küçük bir şehre gideceğiz Fas ile Rabat arasında kalan. Ali Abinin evi orada.

Sidi-Suleyman’a vardığımızda kü- çük bir şehir olması sebebiyle mahalli halkı gözlemlemeye başlıyorum. Gerçekten Arap kültürünü hatırlatan bir yapısı var şehrin. Akşam güneş kaybolurken şehirdeki bütün insanlar çarşıya dökülüyor. Sanki hiç turist görmemiş gibi geçtiğimiz bütün caddelerdeki insanlar bizi şöyle bir süzüyorlar. Eh, burası küçük bir şehir. Turist nerede uğrayacak buraya?

ÇÖPLERİ YERE ATMAK ZORUNDA KALDIK

Bu şehirde fark ediyorum kalkınmışlık hissini veren nedir, Avrupa’da. Etrafa şöyle bir bakıyorum. Yenilenmesi gereken binalar bütün eskiliğiyle çatlamış duvarlarıyla öyle bekliyor. Etrafa bakıp nizamlı bir yapı arıyorum. Ancak böyle düzenli bir yapı bulmak mümkün değil. Ben düzen ve organizasyona dikkat eden karakterimle şehirde müthiş bir dağınıklık fark ediyorum. Etrafta âtıl alan çok. Boş toprak alanlar değerlendirilip park yapılmamış. 30 metrede bir çöp kutusu konulmamış. Haliyle çöpünü yere atmak zorunda kalıyorsun ve bu bize çok garip hissettiriyor Muhammed’le gezerken.

BİRAZ TEMİZLİKLE AVRUPA NEHRİ OLURDU

Şöyle bir bakıyorum etrafa tekrardan. İnsanların kıyafetleri eski ve kirli görünüyor gözüme. Gözümü şöyle bir ovuyorum, çünkü hava çok cansız. Çünkü hatırlıyorum Avrupa’daki şehirlerin canlılığı daha fazla, renkler daha coşkun. Belki de kumlardan dolayı ve yağmurun az yağmasıyla havanın tozu canlı görüntüyü engelliyor. Vakit ilerlerken bir yer keşfediyoruz. Bir nehir var bu eski şehirde. Aklıma geliyor hemen, bu nehir eğer etrafı çöplük gibi olmasaydı biraz da çevre düzenlemesine tabi tutulsaydı Avrupa’nın nehirli şehirlerinden farkı kalmazdı.

Bir gece bu şehirde kalıyoruz ve ertesi sabah Meknes’e geçiyoruz Ali Abiyle. Meknes’te 1 saat kadar kalıp hızlıca şehri dolaşıyoruz. Orada da bir pazar meydanı var. Karşısında da eski surlar… Pazarın iç taraflarına gidiyoruz. Şehir gerçekten dökülüyor. Etrafta kum yığınları, kalitesi düşük pazar ürünleri ve eskimiş yapılar öylesine yüzyıllardır orada hiç bakımı yapılmamış gibi bekliyor ziyaretçileri. Fazla kalmıyoruz Meknes’te. Trenimiz var, Fes’e gideceğiz.

Gezi: Mustafa Sait Önal

-DEVAM EDECEK-

Etiketler: mustafa sait önal, fas
Okunma Sayısı: 3761
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı