Üç hafta kadar önce YÖK Genel Kurulunun ilahiyat fakültelerinde zorunlu olarak okutulan felsefe ile ilgili dersleri kaldırdığı basına yansımıştı.
Yine felsefe derslerinin öğrencilerin zihnini bulandırdığı, bu yüzden söz konusu tasarrufta bulunulduğu sızan haberler arasındaydı.
YÖK’ün bu kararından sonra felsefenin ilahiyat eğitimindeki yerine ve kararın gerekçesine dair basında önemli değerlendirmeler yapıldı. Ancak bu değerlendirmeler iki elin parmak sayısını geçmeyecek kadar az oldu. Meselenin ehemmiyeti konunun üzerinde çok daha fazla durulmasını gerektirmektedir. Bizde bu haftaki yazımızı felsefe eğitimine ayırdık.
Türkiye’de, felsefe dersleri, konusu sosyal bilimler olan fakültelerde çok yetersiz görülmekte iken, ilahiyat fakültesinden kaldırılması büyük bir hatadır. Esasen bize göre bu dersin kaldırılmasının aksine, tabiî ve uygulayıcı fakülteler de dahil olmak üzere, tüm yüksek öğrenime konulması gerekir.
FELSEFENİN ÖNEMİ
Tabiî ve uygulayıcı bilimlerle felsefe arasındaki ilişkiye değinen Descartes, felsefeyi bir ağaca benzetir. Ona göre ağacın kökü metafizik, gövdesi tabiat bilimleri, dalları da mühendislik, tıp gibi uygulayıcı kollardan oluşmaktadır. Bu yaklaşımdan hareketle diyebiliriz ki teorik aklın eseri olan terakkiyat-ı fenniye esasen felsefenin meyvesidir. Zira felsefe tabiattaki var olan nedensellik zincirini takip edip çözmekle kalmaz, ortaya çıkan bilgiyi özgün üretimde de kullanır. Bu yüzden uygulayıcı bilimlerle uğraşanların teknisyenliğin ötesine geçmeleri felsefi düşünme gerektirmektedir.
Zorunlu nedensellik zincirine bağlı tabii ve uygulayıcı bilimlerde bile böyle vazgeçilmez bir öneme sahip olan felsefenin, tabiî ve uygulayıcı bilimlere nazaran iradî davranışlarla nedensellik zincirinin oluşturulduğu sosyal bilimlerdeki konumu çok daha önemlidir.
Descartes’in tabiî ve uygulayıcı bilimlerle felsefe arasındaki kurduğu ilişkiyi sosyal bilimlerle felsefe arasındaki ilişkiye uyarladığımızda; kökü yine metafizik, gövdesi sosyal bilimler, dalları din, ahlâk, örf, hukuk gibi kollardan oluşan bir ağaç karşımıza çıkacaktır. Felsefenin bu ağacının meyvesi ise pratik akıl, yani kemalat-ı ilmiye olacaktır. Felsefe insana hayatın anlamını, ölümün hakikatini, özgürlüğün değerini göstererek diğer insanlarla ilişkilerinde adalet, Allah’la ilişkisinde tevhit eksenli bir yol tutmasını sağlar. Felsefi derinlikten yoksun birinin ibadeti, ahlâkî tavrı, geleneksel davranışı ve kanunlara riayeti özsüz formel davranış kalıplarından ibarettir.
GÜNÜMÜZDE FELSEFE ZORUNLUDUR
Geçmişin, insanları tek tipleştiren tarım ve sanayi toplumlarını geride bıraktık. Artık her bir ferdin kendi özgünlüğünün farkına vardığı, bunu ortaya koyduğu, dünyadaki bütün gelişmeleri anında takip edebildiği bilgi ve enformasyon dönemini yaşıyoruz. Benzer insanlardan oluşan bir iki kitleye değil, her bir insanın bir nev olduğu insan sayısınca kitlelere cevap vermek, dünyanın bir bölgesinde uygulanan özgürlükçü bir düzenlemeyi kendi ülkemizin insanına uyarlamak durumundayız. Bunu özünü kavramadığımız formel bilgiyle ve teknisyen yaklaşımla beceremeyiz. Nitekim bugün getirilen bütün özgürlükçü düzenlemelere rağmen, bu düzenlemelerin bir türlü mahkeme kararlarına yansımamasının sebeplerinden biri ve belkide en önemlisi, yargıçlarımızın, hukuk felsefesi, hukuk sosyolojisi gibi derslere yeterince yer vermeyen hukuk fakültelerinden mezun olmaları olsa gerek. Yine “İslâm Hukukunda Farklı Bir Arayış; Makasıdu’ş Şeria” başlıklı yazımızda dile getirdiğimiz üzere İslâm Hukuku’nun günümüzde yetersiz kalmasının sebeplerinden en önemlisi, makasıdü-ş şeria dediğimiz hukuk felsefesinin göz ardı edilmesidir. Aynı durum kelâm ve tasavvuf içinde söz konusudur.
SONUÇ
Sartre, “bütün tabiî eşyanın ve canlının önce özü, sonrada varlığı yaratılırken, sadece insanın önce varlığı yaratılmış, sonrada özünü inşa etmesi ona bırakılmıştır” der. İnsanın özünü inşa etmesi yaşamın anlamı, ölüm, yalnızlık ve özgürlük gibi felsefenin konusu olan varlık sorunlarıyla yüzleşmesini gerektirmektedir. 17. yüzyılda bilimlerin egemen olma maksadıyla felsefeden tek tek ayrılmaları bir felâket olmuştur. Söz konusu anlayışla gelinen 20. yüzyıl Albert Camus’un ifadesiyle “korku asrı” ilân edilmiştir. Bütün insanlık tarihine bedel katliâmlar felsefeden ayrılan bilimler eliyle korku asrında gerçekleştirilmiştir. Unutmayalım ki felsefenin varlığa bütüncül bakışına ilahiyatta dahil bütün ilimlerin ihtiyacı var.