"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Ben Hacca çağrıldım-2

Mehmet İmamoğlu
07 Ağustos 2025, Perşembe 01:58
Hac, bir ibadet olmanın yanı sıra; sabrın, paylaşmanın, yardımlaşmanın ve ümmet olmanın dersini veriyor. Diğergâmlığı ve fedâkarlığı öğretiyor.

13 yıl bekledikten sonra, çok şükür Rabbim bana hac yolculuğunu nasip etti. Bu satırlarda hem manevî tecrübelerimi, hem de hac organizasyonuna dair gözlemlerimi paylaşmak istiyorum.

Hacca hazırlık

Hacca çağrıldıktan sonra hacı adayı ciddî bir şekilde o mübarek beldeye kendini ruhen ve bedenen hazırlamalı. Dünyayla bizi bağlayan bağlardan yavaş yavaş kopmak gerekir. Artık sosyal medya, malayanî şeyler, siyasî haberlerden hacı adayı kendisini uzak tutmalı ve manevî havaya girmelidir. Ben hacca gitmeden bir ay önce sosyal medyadan tamamen kopacağıma karar vermeme rağmen azaltsam da tamamen başaramadım. Ama Allah’a şükür ki, Hac süresi boyunca hiçbir habere bakmadım, sosyal medyaya giriş yapmadım. Hatta bir ara arkadaşımla bu konuyu konuşurken o, “Haberlere biraz bakmak gerekir” dedi. Ben de “Dördüncü Mesele”yi okudum. Arkadaşım kabullendi ama “Bunu kaç kişi yapabilir ki” dedi.

Hac ibadetinin kazandırdıkları

Nasıl ki, oruç insana sabrı, iradeyi ve aç kalan insanların durumunu yaşayarak öğretiyor. Hac ise, daha fazlasını öğretiyor. Diğergamlığı, paylaşmayı, sabrı, fedakârlığı ve yardımlaşmayı öğretiyor. Bir mü’minin kardeşini tercih etmesi, tanımadığı ve dilini bilmediği bir mü’min kardeşiyle elindeki yemeği paylaşması, en sıkışık bir zamanda seccadesini paylaşması gibi. Fedakârlık örneklerine gelince çocuğunu omzunda taşıyan babalar, kucağında çocuğunu taşıyan anneler... Tekerlekli sandalyede eşlerine tavaf ettirenler. Anne ve babasını tekerlekli sandalyede gezdirenler. Hacda çok ciddî fedakârlık örneklerini görmek mümkün. Dolayısıyla hac ibadetinin bir hacıya bu yönde öğrettiği bir çok davranış oluyor.

Hac arkadaşlıkları

Beni en çok etkileyen dilini dahi bilmediğim kişilerle tanışmak onlarla beraber olmak, arkadaşlık kurabilmekti. Bir gün tavaf için Kâbe’ye girerken ihramsız olduğum için polisler metafa (tavaf yapılan yer) sokmadılar. İkinci kata yönlendirdiler. O esnada Koreli bir genç yanımdaydı, beraber ikinci katta tavafa başladık. Tavaf süresince beni bırakmadı. Tavaftan sonra öğle namazını da beraber kıldık. “İngilizce biliyor musun?” dedi. Hayır dedim. Fransızca biliyormuş, ben de ancak birkaç kelime biliyordum. Ben Cevşen’den okuyordum, o ise sürekli ezberden dualar yaptı, beraber resim çektirdik ve vedalaştık. İkinci bir dil bilmeyişimin sıkıntısını çok yaşadım. Âdeta natık-ı ebkem olduğuma çok hayıflandım. 

Bir gün yine say alanında akşam namazını beklerken yerde oturan iki kişinin yanındaki boşluğa seccademi sererek oturdum. İki gençten birisi telefondan sürekli Kur’ân okuyordu. Arapça bildikleri için anlaşabildik. Kendileri Kenyalı idi. Epey sohbet ettik. Türklere karşı aşırı bir muhabbetleri vardı. 

Bir Cuma günü yaklaşık bir buçuk saat metaf alanında Cuma namazını kılabilmek için bekledim. Mermerlerin üzerinde otururken dizlerim ağrıdığı için bazen de ayakta bekliyordum. Tam da o esnada bir kişi geldi ve seccademe oturdu. Bir şey diyemedim. Elbet yer açılır dedim. Cuma namazını benim seccademde beraber kıldık. Kendisi Moritanyalı imiş. Ben de Türküm deyince çok hoşuna gitti sarıldı ve başımdan öptü. 

Yine bir Cuma günü Kabe’nin birinci katında Cuma namazını beklerken bir gün önce umre için İstanbul’dan gelen Selamet Arslan, gazeteden 10 adet Arapça Uhuvvet Risalesi getirmişti. Arapça bilenlere vermek istiyordum. Baktım yanımda oturan genç Amme cüzünün tefsirini okuyor. Kendisiyle tanıştım. Arapça risaleyi hediye ettim. Nijeryalı idi. Üniversite 3. Sınıfta okuyormuş. İsmini sorduğum da Ömer dedi. Ben Ömer-ul Faruk deyince çok hoşuna gitti.”Ben Hz. Ömer gibi olmak istiyorum” dedi. Kucaklaştık, vedalaştık.

Kura sisteminden çok şikâyet var

Diğer İslâm ülkelerinin sistemini bilmemekle beraber bizdeki kura sisteminden çok şikâyet ediliyor. 15 ve 16. yılında kurası çıkanlar haklı olarak şikâyette bulundular. Bir sohbet sırasında bir kişi yazıldığı yılı söyleyerek “O zaman 25 bin lira idi. Şimdi, ise 250 bin lira. Hem de hanım da öldü, hacı olamadı” dedi. Bir dönem yeni kayıt yapılmadan belirli bir yaş üstünde olanlar alınmıştı. Benzer bir uygulama olabilir. Çünkü benim gözlemlerime göre hacı adaylarımızın yaşları yüksek. İhramını dahi yardım almadan giyemeyenler, şeytan taşlamaya gidemeyenler dahi vardı. Dolayısıyla yaşlı olanlara öncelik verilerek onların gecikmeden hacı olması için bir yol olabilir.

Öğretmenlere de vazife verilsin

Diyanet İşleri Başkanlığı Hac ve Umre görevlendirmelerinde sadece kendi bünyesinde çalışan müftü, vaiz ve imamları görevlendiriyor. Millî Eğitim Bakanlığıyla işbirliği kurarak İmam-Hatip Liselerindeki Meslek Dersleri Öğretmenleri ve bütün liselerdeki Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretmenlerinden de faydalanılabilir. İlk etapta tatil dönemlerinde umrede görevlendirme olabilir. Bu okullardaki ilahiyatçı müdürler hac döneminde de görevlendirilebilir. Özellikle kafile başkanlığı için okul müdürleri önemli. Çünkü hitabet, plan, program gerekiyor. Diyanetin Hac ve Umrede bu öğretmenlerden istifade etmesini ve onları vazifeli olarak hac ve umreye götürmesi gerekir diye düşünüyorum.

Yemeklerdeki israf

Yemeklerde ciddî israf olduğunu gördüm. Her öğün mutlaka et verildi. Akşam yemeklerinde her gün dokuz çeşit salata vardı. Oysa ki bir veyahut iki çeşit yeterli olabilirdi. Bir başka israf da hacılara verilen hediyelerde idi. Hacılara birisi THY’den olmak üzere üçer adet şemsiye verildi. Kumanya konusunda da benzer şey yaşandı. Mekke’den Medine’ye giderken herkese kumanya dağıtıldığı halde, Medine’ye girişte de tekrar kumanya verildi. Tabiî ki çoğunluğu açılmadan çöpe gitti.

Çin malı istilası

Mekke ve Medine’de satılan tesbih, seccade, takke ve hediyelik eşyaların ekseriyeti Çin menşeli. Âdete Çin malı istilâsı var. Nereye el atarsanız karşınıza Çin malı çıkıyor. Hatta açılıp kapanan arkalı oturaklar dahil Çin malı. Bir gün Mescid-i Nebevî’ye namaz için erken gitmiştim. Bağdaş kurarak oturmuştum. Dizlerim ağrıyınca bahsettiğim oturaklardan aldım biraz oturdum. Sonra kıble tarafında önüme bıraktım. Bir ara gözüme ilişti. “Made in Çin” yazıyordu. Bunlardan hem Kâbe’de, hem de Mescid-i Nebevi’de binlercesi var. Maalesef ki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Arafat’ta dağıttığı hediye paketinde de Çin malları vardı. Medine’de otelimizin altındaki küçük bir dükkâna alışveriş için girdim. Kalemlere baktım 10 Riyal, almaya karar verdim. Sonra Çin malı olduğunu öğrenince vaz geçtim. Dükkân sahibine “Bir kalem de mi yapamıyorsunuz?” dedim. O da “Biz yaparsak 30 Riyala alır mısın?” diye cevap verdi.

İslâm ülkeleri daha çok üretsin

1985‘te İzmir’de İSEDAK toplantısına gazetemiz adına katılmıştım. Orada İslâm ülkeleri ticarî konuları konuşuluyordu. Her bir ülkenin bir konuyla ilgili üretimde önde olduğunu duymuştum. İslâm ülkeleri kendi aralarında ticareti geliştirme konusunda kararlar almıştı. En azından ibadetle ilgili malzemeler takke, entari, şalvar, tesbih, seccade, Kâbe ve Mescid-i Nebevi maketleri gibi her hacının mutlaka alacağı ürünler üretilemez mi? İnşallah yakın bir zamanda haccın hikmetlerinin tahakkuku yerine getirilir de âlem-i İslâm mevcut sıkıntılardan kurtulur.

Okunma Sayısı: 267
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı