Deprem, insanoğlunun çokça güvendiği istinadın, yani arzın “bana güvenme” çığlığıdır.
Elbette yer, birçok hikmet gereği hareketlenir. Bu hareketlenmelerin öngörülebilmesi onun vermek istediği mesajı gölgelemez, bilakis güçlendirir. Allah (c.c.) arzı konuşturarak, ayaklarımızla kök saldığımız bu dünyanın sabit ve sürekli olmadığını hatırlatır. Hatırlatma eğer aniden olsaydı insanlar çabuk nisyana kapılacaklardı, oysa Allah depremi ön görülebilir kılarak aslında ‘her an fanisin, ölümlüsün ve ecel seni her an alabilir’ hissini bizde kuvvetlendirir. Bu bir rahmettir. Cenâb-ı Hakkın bize ölümlü olduğumuzu bir kez değil sürekli hatırlatma isteğidir ve kıyamet yaklaştıkça bu daha da artacaktır çünkü ahirzaman insanın dünyaya bağlanmasının şiddetle arttığı bir zamandır, bu yüzden de Cenâb-ı Hak rahmeti gereği sürekli bizi uyaracaktır.
Bu uyarılar bizi korkutur. Amaç da budur zaten, korku rahatı bozar, keyfi kaçırır, rutini kırar. Duygusal olarak ortaya çıkan bu güvensizlik ortamının mecra bulması gerekir. Gafletten sıyrılıp başka bir gaflete atılmamak lazımdır. Duyguların, düşüncelerin, hislerin afakta boğulmaması gerekir. Bu yüzden manevi önlemlere en çok ihtiyaç duyduğumuz zaman da bu zamandır. Çünkü ölüm bizi bulduğunda ona hazırlıksız yakalanmak, Rabbimizin vermek istediği mesajı okumamak demektir.
Ahirzaman bir müminin ağzının tadının kaçtığı bir zaman olmalıdır. Allah’ın kıyamet yaklaştıkça şiddetle uyarması gösteriyor ki, acele etmeliyiz. Artık tek tek değil toplu halde bir geçiş var öbür dünyaya ve çok kısa bir zaman sonra bizler de dâhil olacağız bu yolculuğa. Bu yüzden toparlanmamız gerek. Dünyanın ömrü bittiğinde, sırtımızda manevi deprem çantalarımızı unutmamak için şimdiden hazırlanmalıyız.