İstekler, niyetler, dualar çok güzel. Ömrünü Nurlara vermiş, Nurlarla iştigal etmiş, tüm derdi, tasası Nurlar olmuş, aidiyetini burada bulmuş her anne babanın, evlatları ile ilgili en büyük hayali budur herhâlde.
Bir meziyeti, bir değeri, hasen bir ameli, ibadet bilincini bir başkasına aktarmak çok zordur. Durum böyleyken bir misyonu, gayreti, davayı aktarmak çok daha fazla bir bilinç ve çaba gerektirir.
Güzel ahlâk sirayet yoluyla taşınır. Yani güzel ahlâkı yaşamak, onu taşımak için başlı başına yeterlidir. Hatta başka yollarla güzel ahlâkı vermeye çalışmak aksülamel dahi yapabilir. Bu yüzden evladın güzel ahlâkı, anne babanın ahlâkının yansıması olacaktır. Meselâ hüsn-ü zan güzel ahlâktır ve hayatın akışı içerisinde evlada yansır. Anne babanın bu ahlâkla ahlâklanması, evlâda taşıması için yeterlidir.
Ameller ve ibadetler ise belli bir yaşa kadar taklit, belli bir yaştan sonra nasihatlerle evlada taşınır. Yedi yaşına gelmiş bir evlada, namazı söylememek ve nasıl olsa sirayet eder demek eksik olur. Çocukta lakaytlığa sebebiyet verebilir.
İman hakikatleri, ihlâsla taşınır. İhlâs yoksa, iman hakikatleri kalplerde neşvünema bulmaz. İhlâs ise rızayı esas tutmaktır. Peygamberlerin tüm tebliğleri, teklifleri ihlâsla olmuştur. Hiçbiri iman hizmetinde bulunurken bir ücret talep etmemiş ve karşılık beklememiştir. Peygamber mesleğinin bu sırrını düstur edinen Bediüzzaman da birer elmas olan iman hakikatlerini, kırılacak cam parçaları olan dünyevî maksatlara alet etmemiş ve tüm bunların fevkinde görmüştür.
Dolayısıyla evlâdına iman hakikatlerini taşıyacak bir anne baba, her şeyden evvel ihlas sırrını, kendinde yerleştirmeye mecbur ve mükelleftir. İman hakikatlerini, bir peygamberin ümmetine tebliği gibi, vazife ve tevekkül bilinciyle yürütmelidir.
Başkalarının imanını dert edinen, saadet-i ebediyelerini arzulayan, günahlarına acıyan, misyon sahibi bir evlat yetiştirmek için ise her şeyden evvel sahabe efendilerimizin hayatlarına bakmak gerek. Onlar bir hakikati öğrendiği anda bir başkasına taşıyan insanlardı. Sahabe mesleği, hakikati kendine saklayan, sadece kendi cennetinin derdinde olan, bir başkasının hatasına, günahına kızmakla, kınamakla yaklaşan insanların mesleği olamaz.
Üstad Hazretleri, sahabelerin vazifesi için meslek tabirini kullanmıştır ve bu mesleğin nasıl taşındığının, aktarıldığının ipuçlarını da lahikalarda vermiştir. Bir meslek ancak “vazife ve taltif” ile edinilir. Bir insan ancak vazife aldıkça ve bu vazifeye müteallik taltif duydukça meslek edinir.
Efendimiz (asm), genç sahabelerin hiçbirini boşta bırakmamış, her birine kendisinin hususiyetlerine yönelik vazifeler vermiş ve bu vazifeler sonunda hep taltifte bulunmuştur. Zeyd bin Sabit’in dil öğrenme konusundaki yeteneğini bildiği için ondan İbranice ve Süryanice öğrenmesini istemiştir. Yine Üsame bin Zeyd’i bir komutan olarak vazifelendirmiş, Hz. Bilâl’den müezzin olmasını istemiştir.
Üstadımızın da talebe yetiştirme usulü aynıdır. Vazifelendirir ve taltif eder. Dolayısıyla gerek aile içinde gerek bir cemaat ortamında bir evladın, bir gencin dava bilinci ile yetişmesi, vazife ve taltif ile mümkündür.
Özellikle gençler söz konusu olunca, verilecek vazifelerin onların istidatları, duyguları, enerjileri, gayretlerine göre olması çok mühimdir. Henüz enerji yüksekken, şevk fazlayken, istidatlar taze iken onları hizmetin bizzat cemiyete açılan kısımlarında, seslerini duyurabilecekleri noktalarda vazifelendirmek önemlidir. İman hakikatlerini çağın hastalıklarına çareler sunacak şekilde okumak, çalışmak ve bunları anlatmak yine onların vazifelerinden olmalıdır. Bir genç, derslere sadece haftada bir katılmakla, Nur talebeliği misyonu kazanamayabilir. Ancak ders için vazifelendirilmiş ve bunu ifa eden bir genç, zaman içinde kendisini, onu takdir eden camiaya ait hissedecek ve “Ben vazifeliyim” hissini burada yakalayacaktır. “Aziz, sıddık, fedakâr, elmas kalemli, sarsılmaz, metanetli, sebatkar, gül ve Nur fabrikası sahibi” gibi taltifler bu hizmetin üstadının dilinden dökülüyorsa, bunu bir usül olarak kabul etmek gerekir.
Neticede sadece bir vasfa sahip olmak yetmez, onu aktarma usulünü de bilmek gerek.
Nesiller, kendine ulaşma yolunu bilene doğru gider.