Zaman ayarlarımızın kaçtığı ahir zamandayız.
Zaman ve ona uygun hayat dengemiz ciddî anlamda bozulmuş durumda. Hayat ritmimiz sağlıklı değil. Olması gerekenden çok daha hızlı ya da çok daha yavaş yaşıyoruz. Bundan dolayı hayattan kopuk bir halde hayatımızı idame ettiriyoruz. Normal bir zaman düzeyinde yapabileceğimiz birçok aktiviteyi yapamıyoruz. Dikkatlerimiz çabuk dağılıyor, uykumuz geliyor, odaklanma sorunu yaşıyoruz, biyolojik ritmin sesini artık duyamaz olduk, kitap okumak şöyle dursun, izlediğimiz videoları dahi hızlandırarak izliyoruz. Çok kısa bir zaman dilimine bir sürü şey sığdırmaya çalışıp, çok uzun bir zaman diliminde rehavet koltuğuna çekiliveriyoruz.
Kendimizi belli bir zamanda tanımlamaktan uzaklaştık, hangi zaman diliminde ne yapıyor olduğumuz meçhul, akıp giden zamanın neresindeyiz, hangi hayat hedefimizi gerçekleştirdik, doğduğumuzdan şu yaşımıza kadar neyi yapabildik bütün bunları cevaplamaktan aciz kalıyoruz. Bunlar zaman algımızın kaybolduğunun ve zaman kontrolümüzü yitirdiğimizin göstergeleri.
Bu asrın insanına zamanını kaybettiren “akıllı” telefonlarımız bizi yepyeni bir zaman boyutuna taşıyor. Artık onların hızına adapte olmuş durumdayız. Saniyeler içinde onunla dünyayı turlayıp elimizden bıraktığımız anda saatlerce uyuyup kalıyoruz. Gerçek hayatın zamanını sıkıcılaştırıp, sanal hayatın zamanında bize turlar attıran bu aletler birçok alışkanlığımızı bizden söküp alıyor, farkında değiliz. Kitap okuyamamak bunlardan biri…
Kitap okumamakla, kitap okuyamamak çok farklı. İlki, kaybının farkında olamamaktan kaynaklanan bir cahillikken, ikincisi bu asrın zaman algısındaki bozuklukların bir sonucu. Asrın insanı okuyamıyor, çünkü odaklanamıyor. Telefondaki yazıları çok rahat okuyabilenler eline kitap alınca ya okuduğunu anlamıyor ya da uyku sorunuyla karşı karşıya kalıyor.
Kitap gerçektir. Gerçek hayatın zamanına uyarlıdır. Kitap okuyup anlayabiliyorsanız zaman algınız henüz kaybolmamıştır, gerçeklikten kopuşun turnusoludur kitap okuyamamak. Eskiden insanlar ya okurdu ya okumazdı, şu an ise okuyamıyor. Bu gerçekten acı bir durum. İzlemek, okumanın yerini aldı. Oysa izlemek ne kadar da sun’î ne kadar fıtrattan uzak. Bakmak, görmek, okumak gibi fıtrî hallerimizin yerini izlemenin alması üzücü bir durum. Fıtrî olmayanda tefekküre giden yollar kapalıdır. Bu yüzden kâinat kitabına bakışımız ekrandan olmamalı, bizatihi yaşayarak, görerek, okuyarak olmalıdır.
Yeni doğan bebek, gerçek bir zaman algısıyla gelir bu dünyaya, onun ritmi esas olandır, sağlıklıdır bu yüzden olup biteni görür, işitir fark eder. Onları kendi dünyamızın çarpık zamanlarına adapte etmek yerine, bizim onların ritmine uyum sağlamamız gerekir. Eğer onları yavaş buluyorsak, onlarla vakit geçirmeye tahammülümüz yoksa dönüp kendimize bakmalıyız. Çünkü bozuk olan o değil biziz.
Sonuç olarak kaymış zaman algılarımızın belki de tek tedavisi fıtrata dönüştür. Çünkü fıtrattan uzaklaştığımız her an marifetullaha olan mesafemizi de arttırıyor. Ömrümüzden giden her ânı, her an fark edebilmek en büyük hazinedir.