* (...)Bediüzzaman Said Nursî’nin “Âyetü’l-Kübrâ” adlı risâlesi, insanlık tarihi boyunca insanlığın hiç değişmeyen gündemlerinden biri olan “Yaratıcının varlığı ve mahiyeti” ile ilgili sorgulamalara ve “inkâr-ı ulûhiyet” fikrine yaslanan materyalist yaklaşımlara güçlü bir cevap [niteliğinde], çok yönlü incelenmeyi bekleyen bir eserdir. (Editör)
* “Âyetü’l-Kübrâ Risâlesi,” Kur’ân âyetlerinin miftahıyla kâinat kitabı üzerindeki tevhid hazinelerini açan ve Kur’ân âyetlerinin nasıl okunması gerektiğini öğreten tefsir-i Kur’ân’dır. (Hüseyin Uzun)
* “Âyetü’l-Kübrâ,” dinle ve dinî olanla tüm bağların kesildiği ve eğitim sisteminde dinî eğitime yer verilmeyen bir dönemde [1938 Ramazan’ı, Kasım-Aralık], sürgünde [Kastamonu] yazılmıştır. (İbrahim Özdemir)
* (...)Bediüzzaman, “Âyetü’l-Kübrâ Risâlesi”nde mevcûdatın yaradılışındaki ölçüleri, mizanları ve sınırları sayısal veriler kullanarak tam muvâfık ifâde etmiştir. Bu sayısal veriler günümüz ilim dünyâsının tespitleriyle bire bir örtüşmektedir. (Hakan Murat Arslan)
* (...)İnancı, anlayışı ne olursa olsun her insan “Âyetü’l-Kübrâ”yı samimiyet içinde, yâni şartlanmadan okuduğunda ve buradaki usûlî prensiplere riâyet ettiğinde hiç şüphe yok ki inanç problemi varsa problemini izale edecek, îmanı taklidî bir düzeydeyse tahkikî niteliğe ulaşacak, îmanı tahkikiyse—ilgi, gayret ve seviyesine göre—îmanda hakka’l-yakîn mertebesine doğru yol alacaktır, denilebilir. (İlyas Üzüm)
* (...)“Ayetü’l-Kübrâ,” hem Kur’ân’da beyan ve dâvâ edilen, hem de Hz. Peygamber Efendimize [(asm)] gösterilerek insanlığa tebliğ etmekle me’mur edildiği hakikatleri kalp ve akıllara gösteriyor. Hz. Musa (as) âyetü’l-kübrâ ile Firavun’u mağlûp ettiği gibi, Kur’ân’ın mânevî mu’cizesi olarak Bediüzzaman’ın kalbine ilham edilen “Ayetü’l-Kübrâ” [da] bu asrın firavunları olan, dalâlet ehli olan “küfür, şirk ve çeşitli dinsizlik” cereyanlarının belini kırmıştır. (M. Âsaf Işık)
* İnsanoğlu, kudret kalemiyle yazılan mektûbat-ı Rabbaniyeyi mütalâa makamında tefekkür ve istihsan vazifesini yerine getirir. Bu da bizleri günümüzde “zihinsel okuma” olarak ifâde edilen tefekkürî bir okumaya götürmektedir. Tefekkürî bir okuma için de kâinat kitabına mânâ-i harfî ile bakma mecburiyeti vardır. (Mustafa Usta)
* (...)Risâle-i Nur’da kâinatın (...) detaylı işlenmesi, hayatın her şartında ayağı yere basan bir duruş için önemlidir. Böylelikle toplum hem ehl-i tarikatın şatahatlara giden muhakemesiz mesleğinden muhafaza olacak, hem de ehl-i dalâletin insana kendini ve Rabb’ini unutturan sihirli te’sirinden korunacaktır. (Ömer Önbaş & Nâhit Topaloğlu & İntizam Seydâ Durgun & Nejdet Pehlivan)
* Her varlık, üzerinde mânâlar taşımaktadır. İnsan şuurlu varlık olarak o mânâları okuma sorumluluğundadır. Bu, bir farklı iletişim çeşidi olarak “tefekkür”dür. / Tefekkürde okuyan ile okunan arasında bir iletişim gerçekleşmektedir. Bu, Yaratıcı hakkında yapılan bir gaibâne iletişimdir, o varlık üzerindeki ilimleri mütalâa etmek ve o ilimlerin sâhibini zikretmektir... (Sebahattin Yaşar)
* [Âyetü’l-Kübrâ Risâlesindeki] üslûp, teşhis ve intak san’atı aslında film yapımcıları ve çeşitli san’at çalışmaları için somut bir ilham kaynağı olabilir! Sâdece bu risâle üzerinde günler ve haftalarca sürecek belgeseller ortaya çıkarılabilir... (Veysel Kasar)
***
Not: Yukarıdaki tespitler, “Köprü” dergisinin “Âyetü’l-Kübrâ” konulu Kış 2022 tarihli sayısından derlenmiştir.