BİR HADİS - BİR YORUM
YRD. DOÇ. DR. ATİLLA YARGICI
“Allah bir kulunu severse ona musibet verir ki, duâ ve niyazını işitsin.”
(Camiüssağir, I., s. 124)
Musibetler ve hastalıklar insanın büyük imtihanlarından birisidir. Musibet ve hastalıkların hikmetleri bilinmezse, insanları isyana sürükleyebilir. Musibet çoğu kimse tarafından sevimsiz bir şey olarak bilinir. Hastalıkten nefret edilir. Kimse hasta olmak istemez, kimse küçük de olsa bir musibete, belâya maruz kalmak istemez. Ama gerek hastalıklar olsun, gerekse belâ ve musibetler hayatımızın bir parçasıdır. Biz de yakınlarımız da hastalıklara, musibetlere maruz kalabiliriz. Bu durumda mü’min olmayan, ya da imanı zayıf olan kimseler feryat eder. “Ben hasta olacak insan mıyım, nereden buldu beni bu hastalık?” der ve şikâyetçi olur. Bu da hastalığın artmasına sebep olur. Ya da bir musibete maruz kalınca onu kabullenmek istemez. Hatta bunu Allah’ın şefkati ve sevgisiyle bağdaştıramaz.
Halbuki Peygamberimizin (asm) bir hadis-i şeriflerinden öğreniyoruz ki, en çok musibet ve belâlara maruz kalanlar peygamberlerdir. Sonra da maânevî derecelerine göre salih insanlardır. Peygamberler musibet ve hastalıklardaki sırları bildikleri için hiçbir zaman isyan etmemişler, şikâyetçi olmamışlarlar. Ama bu onların Allah’a yaklaşmalarına sebep olmuştur. Hz. Eyyüp Aleyhisselâm, 18 sene hasta yatmış, malını, mülkünü, çocuklarını da kaybetmiştir. Ama o sabrederek, Allah’a niyaz ve duâsında hiçbir kusur işlemeyerek hayatına devam etmiştir.
Okuduğumuz hadis-i şerif, Allah’ın sevdiği kuluna musibet verdiğini beyan ediyor. Çünkü Allah o kulun duâ ve niyazını işitmek istiyor. Gerçekten de insanın en çok dua ettiği zamanlar, hastalıklara ve musibetlere maruz kaldığı zamanlardır. Bu zamanlarda daha içten, daha ihlâslı ve samimi bir şekilde yalvarırız. Acziyetimizi, zayıflığımızı, güçsüzlüğümüzü anlarız. Bu da Allah’a kulluğun en önemli sırrıdır. Hastalık ve musibetler insanları Allah’a yaklaştıran önemli anlardır. Sabır ile karşılık verildiğinde insanın musibet ve hastalık anlarını bir ömür ibadet etmiş gibi hayırlara ve sevaplara çevirmesi mümkündür. Önemli olan insanın hastalığından dolayı insanlara şikâyetçi olmamasıdır. Sabretmesidir. Hz. Eyyüb (as) gibi, Allah’a kulluk yapmasına engel olan bir durum varsa o zaman Allah’a yalvarmalıdır. Şikâyetini Allah’a bildirmelidir. Şifayı da O’ndan beklemelidir. Bazı insanlar için hastalığın devam etmesi manevi bir şifa olduğunu da unutmamalıyız. Hastalığın o eve gelmesi, uğraması, o ev halkını ve hastayı Allah’a yaklaştıran bir durum oluyor. Çok ünlü bir yazar, kendisini ateist zannettiğini, ama beyin ameliyatı geçirdikten sonra Allah’a duâ etmeye başladığını, dolayısıyla ateist olmadığını anladığını ifade ediyor. Demek ki hastalık ve musibet onun hakkında hayırlı olmuş ve ateistlikten kurtulmasına, Allah’a yönelmesine sebep olmuştur.
O yüzden belâ vereni bulmaktır önemli olan. Musibeti, hastalığı verenin Allah olduğunu bilen bir insan musibet ve hastalığından ders çıkarır, daha iyi bir insan olmak için dua eder, önemli kararlar alır. Benim hayatımda aldığım en önemli kararlar hep hasta olduğum zamanlarda olmuştur. Ne zaman hasta olmuşsam, hizmet açısından önemli bir şeyi yapmaya karar verdim. Yani Allah’a söz verdim. Hatta bazı arkadaşlarımı da buna şahit tuttum. Çünkü insanoğlu çok unutkandır. Hastalandığında söz verir. İyileşince unutur. O halde bizi iyi bir insan olmaya yönlendiren hastalıkların “kötü” olduğunu söylemek mümkün değildir. Allah’ın bize olan sevgisinin alâmeti olan hastalık ve musibetler niçin kötü olsun ki? Bir de hastalıklara, musibetlere bu yönden bakalım ne dersiniz?