Her bir millet için o milletin cesaret-i milliyesini teşkil eden ve namus-u milliyesini muhafaza eden ve kuvveti onda toplayacak bir manevî havuz vardır.
Ve sehavet-i milliyesini teşkil eden ve menâfi-i umumiyesini temin eden ve fazla kalan malları onda tahazzün edecek bir hazine-i maneviyesi vardır. İşte o iki kısım reisler, bilerek veya bilmeyerek o havuzun ve o hazinenin etrafında delik melik açtılar, mâye-i bekayı ve madde-i hayatı çektiler, havuzu kurutup hazineyi boş bıraktılar. Böyle gitse, devlet milyarlar borç altında kalıp düşecek. Nasıl bir adamın kuvve-i gadabiyesi olan dafiası ve kuvve-i şeheviye olan cazibesi olmazsa ölmüş olmuş olur ve hayy iken meyyittir. Hem de bir şimendiferin buhar kazanı delik melik olsa, perişan ve hareketten muattal kalır. Hem de bir tesbihin ipi kırılsa dağılır. Öyle de bir şahs-ı manevî olan bir milletin kuvvet ve malının havuzu ve hazinesini boşaltan başlar, o milleti serseri, perişan ve mevcudiyetsiz edip, fikr-i milliyetin ipini kesip, parça parça ederler. Evet, “Bazı avâmın hatırı için hakikatin hatırını kırmayacağım.”
Suâl: “Şu makam, nihayet derecede tafsile değer bir makamdır; mücmel ve müphem bırakma!”
Cevap: Zaman-ı sabık vahşet ve cehaletinizi istihdam ederek pis bir tarîk ile ve müheyya ettiği plânlarla, bir kısım ehliyetsiz müteşeyyihler hile kuvvetiyle, bir kısım büyükler cebir kuvvetiyle o menbaı ve o madeni delip, zülâl-i hayatı kumistan ve şûristan sahrasına akıttılar; bazı tembel ve cerrarlar yeşillendi. Hatta onlar, servet-i dünyadan tenfir yolunda, pençesini küçük bir sayd’a atan bîçarelerin hassas ve zayıf damarlarını tutarlardı; tâ pençeleri, o sayd’dan açılsın, onlar o avı kaçırsınlar. Evet, her milletin –o milletin menfaati için bir miktar malıyla fedakârlık edip– bir sehaveti vardır. İşte, bizdeki sehavet-i milliye sû-i istimal edildi. Başka milletin sehavet-i milliyesi, zeynâb gibi içine girer, milletin cevfinde hazine tutar, ulûm ve maarif altına su verir. Hem de zaman-ı sabıkta, bir kısım büyükler namus-u milleti muhafaza eden cesaret-i milliyeyi sû-i istimal edip, zemin-i ihtilâf olan kumistana atıp kaybettiler. Her biri, o kuvvetin bir tarafını başkasının boynuna vurup kırdılar ve kırıldı. Hatta beş yüz bin kahraman ile namus-u milleti muhafaza etmeye müstaid olan bir kuvvet-i azîmeyi, mabeynlerinde sarf edip, ihtilâfât zemininde mahvettiklerinden, kendilerini terbiyeye müstehak ederlerdi. Eğer Meşrutiyetten ve hürriyet-i şer’iyeden istifade edip, o delikleri kapatıp veya zeynâb suretine çevirseniz, o kıymettar kuvveti harice sarf etmek için devletimizin eline verseniz, pahasında merhamet ve adalet ve medeniyeti kazanacaksınız.
Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, s. 197