Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme.
İKİNCİ KELİME
“Vahdehû.” Şu kelimede şifalı, saadetli bir müj-de vardır. Şöyle ki:
Kâinatın ekser envâıyla alâkadar ve o alâkadarlık yüzünden perişan ve keşmekeş içinde boğulmak derecesine gelen ruh-u beşer ve kalb-i insan, “Vahdehû” kelimesinde bir melce’, bir halâskâr bulur ki onu bütün o keşmekeşten, o perişaniyetten kurtarır. Yani “Vahdehû” manen der:
Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir, her şeyin anahtarı O’nun yanında, her şeyin dizgini O’nun elindedir, her şey O’nun emriyle halledilir. O’nu bulsan, her matlûbunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.
ÜÇÜNCÜ KELİME
“Lâ şerîke lehu.” Yani nasıl ki ulûhiyetinde ve saltanatında şeriki yoktur; Allah bir olur, müteaddit olamaz. Öyle de, rububiyetinde ve icraatında ve icadatında dahi şeriki yoktur.
Bazen olur ki sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz; fakat icraatında, onun memurları o- nun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmesine mâni olurlar, “Bize de müracaat et” derler. Fakat Ezel-Ebed Sultanı olan Cenab-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi, icraat-ı rububiyetinde dahi muinlere, şeriklere muhtaç değildir. Emir ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa, hiçbir şey hiçbir şeye müdahale edemez. Doğrudan doğruya herkes Ona müracaat edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, o müracaatçı adama “Yasaktır, O’nun huzuruna giremezsin” denilmez.
İşte şu kelime ruh-u beşer için şöyle bir müjde verir ki:
İmanı elde eden ruh-u beşer, mânisiz, müdahalesiz, hailsiz, mümanaatsız, her halinde, her arzusunda, her anda, her yerde o ezel ve ebed ve hazâin-i rahmet maliki ve defain-i saadet sahibi olan Cemîl-i Zülcelâl, Kadîr-i Zülkemâl’in huzuruna girip hâcâtını arz edebilir. Ve rahmetini bulup kudretine istinad ederek kemâl-i ferah ve süruru kazanabilir.
DÖRDÜNCÜ KELİME
“Lehü’l-mülkü.” Yani mülk umumen O’nundur. Sen, hem O’nun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun.
Şu kelime şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor:
Ey insan! Sen kendini kendine malik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise, beyhude ıztıraba düşüp azap çek- me. Mülk başkasınındır. O Malik, hem Kadîr’dir, hem Rahîm’dir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek; zahmeti at, safayı bul.
Hem der ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıs- lah edemediğin şu kâinat bir Ka- dîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, O’na bırak; cefasını değil, safasını çek. O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir; mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir.
Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler, / Neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
Mektubat, s. 265
LÛGATÇE:
defain-i saadet: Mutluluk defineleri.
hazâin-i rahmet: Rahmet hazineleri.
muin: Yardımcı, muavin.
mümanaat: Mâni olma, engel olma.
rububiyet: Cenab-ı Hakk’ın her zaman, her yerde ve her mahlûka muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idaresi altında bulundurması vasfı.
temelluk: Dalkavukluk, yaltaklanma.
tezellül etmek: Alçalmak, zillet göstermek.
ulûhiyet: İlahlık.