HAKİKAT VE MASLAHAT SULHTUR
Kur’ân’ın emrettiği ve hak ve hakikat ve maslahat ve insaniyet ve İslâmiyet iktiza ve teşvik ettikleri olan, barışmak ve musalâha etmektir. Evet, hakikat ve maslahat sulhtur.
Sözler, s. 177
***
İKİ CİHANIN RAHAT VE SELÂMETİNİ İKİ HARF TEFSİR EDER
Bak, hakikatbin olan Hafız-ı Şirazî’yi dinle:
[Farisî bir beyit] Yani “Dünya öyle bir meta değil ki bir nizaa değsin.” Çünkü fânî ve geçici olduğundan, kıymetsizdir. Koca dünya böyle ise, dünyanın cüz’î işleri ne kadar ehemmiyetsiz olduğunu anlarsın.
Hem demiş: [Farisî bir beyit] Yani “İki cihanın rahat ve selâmetini iki harf tefsir eder, kazandırır: Dostlarına karşı mürüvvetkârâne muaşeret ve düşmanlarına sulhkârâne muamele etmektir.” Mektubat, s. 314
***
İKİ HARB-İ UMUMÎNİN VERDİĞİ DERS
Dördüncü Kelime:
Bütün hayatımda, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeden kat’î bildiğim ve tahkikatların bana verdiği netice şudur ki: Muhabbete en lâyık şey muhabbettir ve husûmete en lâyık sıfat husûmettir. Yani hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi temin eden ve saadete sevk eden muhabbet ve sevmek sıfatı, en ziyade sevilmeye ve muhabbete lâyıktır. Ve hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi zîr ü zeber eden düşmanlık ve adavet, her şeyden ziyade nefrete ve adavete ve ondan çekilmeye müstehak ve çirkin ve muzır bir sıfattır. Bu hakikat Risale-i Nur’un Yirmi İkinci Mektubunda izahıyla beyan edildiğinden, burada kısa bir işaret ediyoruz.
Şöyle ki:
Husûmet ve adavetin vakti bitti. İki harb-i umumî, adavetin ne kadar fena ve tahrip edici ve dehşetli zulüm olduğunu gösterdi. İçinde hiçbir fayda olmadığı tezahür etti. Öyle ise, düşmanlarımızın seyyiatı, tecavüz olmamak şartıyla, adavetinizi celbetmesin. Cehennem ve azab-ı İlâhî kâfidir onlara.
Bazen insanın gururu ve nefisperestliği, şuursuz olarak ehl-i imana karşı haksız olarak adavet eder, kendini haklı zanneder. Hâlbuki bu husûmet ve adavetle, ehl-i imana karşı muhabbete vesile olan iman, İslâmiyet ve cinsiyet gibi kuvvetli esbabı istihfaf etmektir, kıymetlerini tenzil etmektir. Adavetin ehemmiyetsiz esbablarını, muhabbetin dağ gibi sebeplerine tercih etmek gibi bir divaneliktir.
Madem muhabbet adavete zıttır, ziya ve zulmet gibi hakikî içtima edemezler; hangisinin esbabı galip ise, o hakikatiyle kalpte bulunacak, onun zıddı hakikatiyle olmayacak. Meselâ, muhabbet hakikatiyle bulunsa, o vakit adavet şefkate, acımaya inkılâb eder. Ehl-i imana karşı vaziyet budur. Yahut adavet hakikatiyle kalpte bulunsa, o vakit muhabbet mümâşat ve karışmamak, za- hiren dost olmak suretine döner. Bu ise tecavüz etmeyen ehl-i dalâlete karşı olabilir. Evet, muhabbetin sebepleri, iman, İslâmiyet, cinsiyet ve insaniyet gibi nuranî, kuvvetli zincirler ve manevî kal’alardır. Adavetin sebepleri, ehl-i imana karşı küçük taşlar gibi bir kısım hususî sebeplerdir. Öyle ise, bir Müslümana hakikî adavet eden, o dağ gibi muhabbet esbablarını istihfaf etmek hükmün- de büyük bir hatadır.
Elhâsıl: Muhabbet, uhuvvet, sevmek, İslâmiyet’in mizacıdır, rabıtasıdır. Ehl-i adavet, mizacı bozulmuş bir çocuğa benziyor ki ağlamak ister, bir şey arıyor ki onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz bir şey, ağlamasına bahane olur. Hem insafsız, bedbin bir adama benzer ki sû-i zan mümkün oldukça hüsn-ü zan etmez, bir seyyie ile on haseneyi örter. Bu ise seciye-i İslâmiye olan insaf ve hüsn-ü zan bunu reddeder.
E. S. D. E., H. Şamiye, s. 252