Madem bu zamanda küfr-ü mutlak Kur’ân’a karşı çıkıyor. Küfr-ü mutlakta Cehennemden ziyade dünyada da daha büyük bir Cehennem var. Çünkü ölüm madem öldürülmüyor. Her gün beşerde otuz bin cenaze ölümün devamına şehadet ediyor. Bu ölüm küfr-ü mutlaka düşenlere, yahut taraftar olanlara, hem şahsın idam-ı ebedîsi ve bütün geçmiş, gelecek akrabalarının da idam-ı ebedîsi olarak düşündüğü için, Cehennemden on defa daha fazla dehşetli Cehennem azabı çeker. Demek o Cehennem azabını küfr-ü mutlakla kalbinde duyuyor. Çünkü herbir insan akrabasının saadetiyle mes’ud, azabıyla muazzeb olduğu gibi Allah’ı inkâr edenlerin itikadlarınca bütün o saadetleri mahvoluyor, yerine azaplar geliyor. İşte bu zamanda, bu dünyada bu mânevî Cehennemi insanların kalbinden izale eden tek bir çaresi var. O da Kur’ân-ı Hakîm’dir. Ve bu zamanın fehmine göre onun bir mu’cize-i maneviyesi olan Risale-i Nur eczalarıdır.
Şimdi Allah’a şükrediyoruz ki, siyasî partiler içinde bir parti, bir parça bunu hissetti ki, o eserlerin neşrine mâni olmadı; hakaik-ı imaniyenin dünyada bir Cennet-i maneviyeyi ehl-i imana kazandırdığını ispat eden Risale-i Nur’a mümanaat etmedi, neşrine müsaadekâr davrandı, nâşirlerine de tazyikattan vazgeçti.
Kardeşlerim, hastalığım pek şiddetli; belki pek yakında öleceğim veyahut bütün bütün konuşmaktan –bazen men olduğum gibi– men edileceğim. Onun için benim Nur ahiret kardeşlerim, “ehvenü’ş-şer” deyip bazı bîçare yanlışçıların hatalarına hücum etmesinler. Daima müsbet hareket etsinler. Menfî hareket vazifemiz değil... Çünkü dâhilde hareket menfîce olmaz. Madem siyasetçilerin bir kısmı Risale-i Nur’a zarar vermiyor, az müsaadekârdır; “ehvenü’ş-şer” olarak bakınız. Daha “a’zamü’ş-şer”den kurtulmak için, onlara zararınız dokunmasın, onlara faydanız dokunsun.
Hem dâhildeki cihad-ı mânevî, mâ- nevî tahribata karşı çalışmaktır ki, maddî değil, mânevî hizmetler lâzımdır. Onun için, ehl-i siyasete karışmadığımız gibi, ehl-i siyaset de bizimle meşgul olmaya hiçbir hakları yok...
Meselâ, bir parti bana binler vecihle sıkıntı verdiği halde, hatta otuz senede hapisler de, tazyikler de olduğu halde, hakkımı helâl ettim. Ve azaplarına mukabil, o bîçarelerin yüzde doksan beşini tezyif ve itirazlara, zulümlere maruz kalmaktan kurtulmaya vesile oldum ki, “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” [En’am Sûresi: 164] âyeti hükmünce kabahat ancak yüzde beşe verildi. O aleyhimizdeki partinin şimdi hiçbir cihetle aleyhimizde şekvaya hakları yoktur.
Emirdağ Lâhikası, 371. mektup, s. 577
LÛGATÇE:
a’zamü’ş-şer: Çok şerli, şerrin en büyüğü.
ehvenü’ş-şer: Şerrin en az zararlısı, iki şerden daha az zararlısı.
hakaik-ı imaniye: İmana ait hakikatler, imanî gerçekler.
küfr-ü mutlak: Tam ve kesin inkâr, imansızlık, dinsizlik.
müsbet hareket: Olumlu ve yapıcı hareket.
mümanaat: Mani olma, engelleme.
neşr: Yayma.