Cevap: İstibdat tahakkümdür, muamele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vâhiddir, sû-i istimalâta gayet müsait bir zemindir, zulmün temelidir, insaniyetin mâhîsidir. Sefalet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefalete düşürttüren ve ağraz ve husumeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hatta her şeye sirayetle zehrini atan, o derece ihtilâfâtı beyne’l-İslâm îkà edip, Mu’tezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdattır.
Evet, taklidin pederi ve istibdad-ı siyasînin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki, Cebriye, Rafıziye, Mu’tezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.
Suâl: “İstibdat bu derece bir semm-i kàtil olduğunu bilmezdik. Lehülhamd, parçalandı. Onu esasıyla tedavi edecek olan tiryak-ı Meşrutiyeti bize tarif et.”
Cevap: Bazı memurların ef’ali, adem-i ülfetten dolayı size yanlış ders gösterdiği ve şiddetten neş’et eden müşevveşiyetle hâl-i hazırdan fehmettiğiniz Meşrutiyeti tefsir etmeyeceğim. Belki hükûmetin hedef-i maksadı olan Meşrutiyet-i meşruayı beyan edeceğim.
İşte, Meşrutiyet “Ve işlerde onlarla istişare et.” (Âl-i İmran Suresi: 159); “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” (Şûrâ Suresi: 38) ayet-i kerîmelerinin tecellîsidir ve meşveret-i şer’iyedir. O vücud-u nurânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi marifettir, lisanı muhabbettir, aklı kanundur, şahıs değildir.
Evet, Meşrutiyet hâkimiyet-i millettir; siz dahi hâkim oldunuz. Umum akvamın sebeb-i saadetidir; siz de saadete gideceksiniz. Bütün eşvak ve hissiyat-ı âliyeyi uyandırır. Uyku bes! Siz de uyanınız. İnsanı hayvanlıktan kurtarır; siz de tam insan olunuz. İslâmiyet’in bahtını, Asya’nın tâliini açacaktır. Size müjde. Bizim devleti ömr-ü ebedîye mazhar eder. Milletin bekasıyla ibkà edecek; siz daha me’yus olmayınız. Bir ince tel gibi her tarafa hevâ ve hevesin tehyici ile çevrilmeye müstaid olan rey-i vâhid-i istibdadı lâyetezelzel bir demir direk gibi, lâyetefellel bir elmas kılıç gibi olan efkâr-ı âmmeye tebdil eder; siz de sefine-i Nuh gibi emniyet ediniz. Herkesi bir padişah hükmüne getiriyor; siz de hürriyetperverlikle padişah olmaya gayret ediniz. Esas-ı insaniyet olan cüz’-ü ihtiyarı temin eder, âzâd eder; siz de câmid olmaya razı olmayınız. Üç yüz milyondan ziyade ehl-i İslâm’ı bir aşiret gibi birbirine rabteder; siz de o rabıtayı muhafaza ediniz. Zira meşveret perdeyi attı; milliyet göründü, harekete geldi.
Milliyet içinde İslâmiyet ışıklandı, ihtizaza geldi. Zira milliyetimizin ruhu İslâmiyet’tir; hakikî ve nisbî ve izafîden mürekkeptir. Başka millete benzemiyoruz.
Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, s. 159-161
LÛGATÇE:
adem-i ülfet: alışkın olmamak.
bes: yeter, yeterli.
beyne’l-İslâm: Müslümanlar arasında.
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı.
eşvak ve hissiyat-i âliye: yüce ve yüksek hisler, şevkler, istekler.
îkà: ortaya çıkarma.
lâyetefellel: kırılmaz ve körelmez.
lâyetezelzel: sarsılmaz.
mâhî: mahvedici, yok edici.
rey-i vâhid: tek bir kişinin görüşü, arzusu.
semm-i kàtil: öldürücü zehir.