"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bana bir hikâye anlat

Saliha FERŞADOĞLU
26 Aralık 2013, Perşembe
Hikâye nedir, bir ihtiyaç mıdır yoksa malayaniyat mı? Hayata tutunma çabası mıdır hayalperest birinin gerçek hayat ile bağ kurabilmesi adına? Belki aklımızın almadığı, gönlümüzün tanımlandıramadıklarına ad koyma serüvenidir. Belki de rüyaların hakikate, hakikatin rüyaya dönüştürülmesidir.

Peki ya, siz hiç düşündünüz mü hikâyelerin hayatımızdaki yerini? Aslında onlar ile büyüdüğümüzü, yetiştirildiğimizi ve bu yolla eğitildiğimizi.
Eğitim ve hikâye yan yana gelir mi sahi? Neden olmasın ki? Kutsal kitaplar hep kıssalar, menkıbeler ile doludur. Hem de en ibretlisinden. Kur’ân’ı Kerîm’de anlatılan pek çok öykü misaldir buna. Kâh Hz. Yusuf’un kıssası ile kör, karanlık kuyulara düşer, Mısır pazarlarında satılığa çıkarılan köle oluruz. Kâh Hz. Musa’nın elinden atılarak bir yılan şeklini alan asaya dönüşürüz. Hz. İbrahim ile beraber Allah’ı aramaya çıkar ve onca merhalenin sonunda O’na ulaşırız. Sular yükselirken hızla, son anda Hz. Nuh’un gemisine binenlerden biri oluruz. Belkıs’ın tahtına bakar, Süleyman peygamber ile konuşan karıncanın sesine kulak kesiliriz. Ve daha nicesi haber vermek, nasihat etmek, uyarmak ve ikaz etmek adına bizlere sunulur. Âyette de deniyor ya hani: “Sonra biz peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Herhangi bir ümmete peygamberlerinin geldiği her defasında, onlar bu peygamberi yalanladılar; biz de onları birbiri ardından yok ettik ve onları ibret hikâyelerine dönüştürdük. Artık iman etmeyen kavmin canı cehenneme!”1 İşte bütün bunları okur, dinler, düşünür de düşünür hayret ederiz.
Teşbih ve temsilleriyle hikâyeler üzerinden akla hitap eden Risale-i Nur’da da uzun kısa pek çok öykü vardır. Bazen sağ yolun yolcusunun ardına takılırız, bazen yirmi dört altın bırakılır avuçlarımıza ve hesaplıca bir ticarete çıkmamız istenir. Kimi vakit Tiflis’te medresesinin planını çizen Üstad’ın arkasında durur, şehre kuşbakışı göz atarız. Kimi vakit kefenimizi giyer, tabutumuza biner, dostlarımıza veda eder ve ebedî âleme gideriz sözcükler ile beraber.
Ve kitabî değildir hikâyeler sadece. Yaşadığımız olaylar birer öyküye dönüşür günler geçince. Çocukluk birer hikâyedir gençlikte. Gençlik birer masala dönüşür yaşlılıkta. Yaşlılık nihaî cümleleridir sonunu bir türlü getirmek istemediğimiz hayatımızın. Öyle böyle hepsi birer anı birer hayal olur. Okul günleri, askerlik hatıraları, nişan düğün, doğum ve sairleri derken nokta konulur.
Noktadan evvel, virgülleri yaşar ve dinlerken insan anlar ki hikâyelerdir bize bizi anlatan; sessizce yol gösteren; halimizi, psikolojimizi gözler önüne seren. Hatta kendimizle baş başa bir yolculuğa çıkaran. Öyle bir yolculuk ki sadece kuş cıvıltılarının, rüzgârda sallanan yaprakların hışırtılarıyla yol aldığımız ve attığımız her adımda kurumuş dal parçalarını ezerken çıkardığımız çıtırtıların ruhumuzu gıdıkladığı... Ve düşüncelerin coşkun bir şelâle gibi aktığı…
Hikâyeleri herkes sever. Yeter ki anlatanı bulunsun.

Dipnot:
1. Müminun, 44.
Okunma Sayısı: 2578
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Aşkın

    22.4.2014 12:05:00

    Saliha abla. Kıssalarda,hikayelerde, mefhumların ekserisi başka bir maksud mânâya âlet-i mülâhaza olarak istimal edilir.Mesela: Şu dünya ise bir çöldür denildiğinde gerçekten dünyanın tamamının çöl olduğu anlamında değil;İnsanın acz , fakr, hâcât gibi özellikleri nokta-i nazarından çöl gibidir.Eğer dünyanın tamamı gerçek çöl olsa ancak insanın fıtratındaki acz,fakr olmasa bu kinae medar-ı kizb olurdu.Esasen bu temsil-i cüz’î vâsıtasıyla bir hakikat-i küllînin ucunu gösterilir.Yani o bir çekirdek hükmüne geçer ve dal, budak salabilir.Yani dünya bir çöldür derken İnsanlığın çölden neşet ettiği,ilk medeniyetlerin (İrem,Eyke vb.) çöllerde kurulduğunu,insanın doğasına uygun yerlerin kutsal topraklarında bulunduğu ifade de edebilir.Yine mesela insanı hadsiz elemler lezzetler alabilir bir makine hükmünde yaratmış.derken makinelerin insan zihninden köken aldığını dolayısıyla insanda makine özelliklerinin doğal olarak bulunmasını ifade de edebilir.
    Ancak bazıları bakara 26. temsil eder!

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı