Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin Sultanahmet'te yapılan 4. Babıali Günleri’nde spor basını masaya yatırıldı. “Spor Basını Nereye Gidiyor” başlıklı panelde Milliyet gazetesinin usta spor yazarı Atilla Gökçe'yi dinledik.
Gökçe spor camiasının renkli kişiliklerinden biridir. Sporun her branşında bilgi sahibidir. Ayrıca iyi bir hatiptir. Konuşmalarını nüktelerle süsleyerek, dikkatleri üzerine toplamasını bilir. Her zaman esprilidir, ilgiyle dinlenir. Babıali dönemini anlatırken bizi geçmişe götürdü. Cağaloğlu'nda artık gazete ve matbaaların kalmadığını, iletişimin giderek koptuğunu söyledi. Babıali’den herkesin gidebileceğini ama Gazeteciler Cemiyeti'nin gitmemesi gerektiğini belirttii. "Bizi şemsiyesi altında, gazetecileri kucaklama ruhunu kaybetmeden yaşamını sürdürsün. Babıali yokuşu bizim için kutsaldır” dedi. Medyada endüstrileşmenin önce basında başladığını söyleyen Atilla Gökçe, şunları söyledi:
“Endüstrileşmeyle birlikte insan emeği yerini teknolojiye terk etti. Gazete sayfalarını yapmak kolaylaştı. Bilgisayarların gelişiyle pikaj, montaj, dizgi servisleri ortadan kalktı. Önce kol emekçileri, sonra fikir işçileri, en çok da muhabirler teknolojik gelişme karşısında geride kaldılar. Spor basını bundan nasıl etkilendi? Eskiden spor sayfaları yarı amatör, yarı profesyonel insanlarla yarım sayfa olarak çatılırdı. Abdi İpekçi’nin 1952 yılında olimpiyat oyunlarına gitmesinden sonra, spor haberleri tam sayfa verilmeye başlandı. Spora fazla sayfa ayırmanın doğru olmadığını düşünen devlet adamları da vardı. Devlet Planlama Teşkilatı’nın 1960-70’li yıllardaki kalkınma planlarında bir sosyal araştırma uzmanı şöyle diyordu: ‘Spor, maceraperest haytaların günlük yaşam biçimidir.’ Bu söz devletin belgelerine geçti. Yine o dönemlerde sportif dikkatimizi olimpiyatlardaki madalyalar belirliyordu. 80’li yıllara gelindiğinde ise 12 Eylül’le birlikte devletin doğrudan spora müdahalesini yaşadık.”
Eskiden gazetenin iletişim aracı olduğunu, insanların haber almak için gazete aldığını belirten Gökçe, konuşmasına şöyle devam etti: “Gazeteler hayatımızın vazgeçilmezlerinden biriydi. Şimdi basın da sporla birlikte endüstriyelleşti. İnsana verilen önem azalıp teknolojik alanda rekabet çoğaldıkça, özellikle bazı yazarlar farklılıklarını ortaya koymak için, kapalı kapılar ardında haber aktarmak için belli kurumlara bağımlı hale geldiler. Bazen de belli çevrelerin sözcülüğünü yaparak gerçek gazeteciye yakışmayacak misyonlar üstlendiler. Spor basını da bundan etkilendi. Spor basınında taraflı, kaşkollu yazarlar oluştu. Başlangıçta iyi niyetli, kulüp uzmanı yazarların yolu açıldı ama utanarak söylüyorum ki, ruhunu dahil her şeyi satan bazı gazeteci tipleri de oluştu. Gazetecilik eğitiminden geçmeden köşe ve söz sahibi olanlar var. Bunları çok kınamıyorum ama gazeteler istismara uğradı.”